AYRILIK ZAMAZİNGOSU
anlatmış gene: penelope - 31 Ocak 2010 Pazar
Akşam ..yine akşam ..yine akşam...
Melankolik melankolik başladım yine :)
karnesinin havasını atan oğlumu Mersin'e tatile giden arkadaşımla gönderdim ben gidemezdim, işler yoğun. Arkadaşımın oğluyla "kanka" lar. bu kanka kelimesi de yani....oğlum söylerken bile "o ne bee " dedirtirken ,görüşmelerde bulunduğumuz "yüksek mercii" den bizi teftişle görevli H.Bey'in içeri her girişinde "naber kanka " demesi gözlerimi kocaman açıp kaşlarımı yukarı kaldırmama sebep oluyor:
_kanka????
_he ya kankaa..naber..naaaptın ,evrakları..sıkıntı çıkaracak mı dersin.
_altına imzanız gerek H.bey, sorumluluk sizin.
_eyvaaaahh..hııı.iiiyice inceleseydin o zaman kankaaa.benim gözümden kaçmış bişey olabilir mi?
_sizin gözünüzden kaçar mı H.beyy..aaa..(Hareketi gördünüz mü..nası takla attım ama:P)
................
Bir kaç gün yapayalnız kaldığımı hissettim. Sürekli telefonlarla onu sıkmaktan korktuğumdan iki telefondan sonra sadece arkadaşımı arayabildim:
_çaktırma benim aradığımı..durumlar nası? Bir sıkıntı var mı? Hava çarpmasın? Yalnız bırakma olur mu?
_penelopeee..defool ...
onla beraber büyüdüğümden anne oğul gibi değiliz.çok erken anne oldum söylemiştim ..söylemiş miydim? beraber büyüdük..hiç gülmeyen bir çocuktu:)))7 aylık olana kadar gülmedi sıpa.bebek gülmez mi ya..ki ben gülerim oysa..önünde yapmadığım şaklabanlık kalmazdı ama tepkisi sadece o koskocaman kara gözleriyle bana bakmak olurdu.şaşkın şaşkın."naaapıyooo acaba bu ..delii mi..annem deli mi yaniii " der gibi :))
çok erken yürüdü.çok erken konuştu..üstelik agu bugu da konuşmadı..yani su istediğinde brrr ,hrr,buuu ,cuuu gibi bişey demedi:) su ...ayakkabı..yemek..dolap..anne ..saat..
yani şöyle "hanimişş benim oğluuşuumm.aman da benim oğluşumda akkasını giymiş atta gdiyomuşuzz " maymunluğunu yapamadım içimde kaldı..
bizde: " hadi bakalım efe bey..ayakkabılarını giydin tamam ..şimdi elimden tut ..ve dışarı çıkalım..evvet.." gibi bir muamele nedeniyle galiba,üç yaşındayken hasta yattığımda yanıma gelip:
_istersen bi aferin al..diyen gırtlaklayasım gelen bi çocuktu:)
ama özlüyorum şimdi bee.onsuz hayat ne bileyim eksik..
anlamsız..eskiden olduğu kadar boş..
arada odasına uğruyorum bi.yatağına uzanıp düşünüyorum hayatımın bambaşka bir kesiti olduğunu..yani ondan önce ve ondan sonra olmak üzere iki farklı hayat yaşadım ,yaşıyorum.neresinden bakarsanız bakın ,verdiği sıkıntılara eşdeğer mutluluğu..ve neresinden tutarsanız tutun kişiden kişiye yada olgudan olguya değişebilecek bir konu da değil.kiralık hayatlar gibi yaşamak zorunda kalıyoruz bir süre .ve bir sürenin sonunda sıra “hadi artık kendi hayatımızı yaşayalım ‘a gelemiyor.kapılıp kalıyoruz.bunun böyle olmaması için elimden geleni yapacağım..
ve kendimi zapt edip aramayacağım daha fazla.ama bu onun odasında ve onun yatağında uzanmış yatarken onla ilgili anıları düşünmeyeceğim demek değil:))
.................
kendisi tarafından defalarca katledildiğim soru:
"ben nasıl doğdum anne"
"höönkk"
...bu soruyla karşılaşan bütün anneler için gelsin Kayahan’dan "Allah’ım neydi günahım.."
şu aptal dii ceey :)) girişinden dolayı üzgünüm. Ama o an, o soru insanı taklit yapmak zorunda dahi olmadan, orjınal bir aptal hissettiriyor. Bir an toparlamak istiyorsun, anında saniyeler içerisinde hayatın bir film gibi gözlerinin önünden geçiyor. Hızla anlatmak isterken, onun kafasında ve ruhunda oluşacak kara delikleri hesaba katmak zorunda kalıyorsun. Şimdi nasıl anlatsam da hem gerçek olsa hem onu üzmese hem beni yeniden yaralamasa... Daha küçükken o, sorduğu bu sorunun her seferinde muhteşem hikâyeler anlatırdım. Ama artık büyüdü ve en ufak tutarsızlığı fark edecek kadar akıllı maalesef. çok bilen çocukları sevmem hiç.ama bu çok biliyor:)))ama seviyorum nasıl olucak şimdi:)))
_annee ..daldın gene ..zor bi soru muydu? Çalışmadığın yerden mi sordum ehehehehe
_yoo..çalıştım .çalıştım da soruyu anlayamadım ..nası doğdum derken sanırım fiziksel olarak sormuyorsun dee mii?"
_anne yaaa."
_tamam ..şaka şaka ..zaten anlatamam ..büyüyünce öğrenirsin."
_biliyorum ben canııım"
_nerrden biliyorsun caaanıım."
_anne sağlık dersi diye bişey var değil mi?"
_sağlık dersinde bunu mu öğreniyorsunuz.sağlık dersinde grip,farenjit filan öğrenin oğlum..aksırdıktan sonra ellerimizi yıkayalım filan ..ne bileyim mendil kullan ,terli terli su içme gibi.."
_anne .."
_o suratındaki küçümseyen ifadeyi değiştirmezsen ,suratını değiştirmek zorunda kalabilirim ..bilemıyorum kendime bu konuda güvenmıyorum..yani şu suratı alıp bana şöyle sevimli küçük bi kız suratı yapabilir misiniz ,diye başvurabilirim heran .."
_yook anne küçümsemek değil.çok komiksin bazan .eee nasıl doğdum ben .."
_milyonlarca kere anlattım."
_hepsinde başka bişey anlattın anne.dosdoğru anlatsana."
....
_ hamilelik döneminde midem bulanmadı hiç..başım dönmedi.hatta biraz kilo almışsın dedi eş dost onun dışında fiziksel bir değişiklik de olmadı açıkçası.belki çok küçük olduğumdan farkedemedim de vücudumda neler oluyor neler bitiyor.tıp da okuyan arkadaşlarımın kobayı oldum zaten .ultrason öyle üç boyutlu değildi ,çıkan resimden bişey anlamıyordum da: "bu ne bee..çocuk mu şimdi buuu..neresi ne bunun..len ben gudubet filan doğurmayayım ha.."diyordum bak sen doğdun işte !!!
_anneeeee"
_tamam işte öyle..ha hamilelik sırasında canım accaip derece limon çekmişti bak..onu inkar edemem ..marketten 3-5 kilo limonu alıp televizyon karşısında portakal gibi soyup yediğimi bilirim kaç kez..
işte... sancım filan da olmadı ..hanii,filmlerde olur ..:)) anormaliz sen de ben de.."
_babam nerdeydi o zamanlar"
iç ses: s..tık....
_baban o zaman mesleğine yeni başlamıştı .biliyorsun okulumuz yeni bitmişti ,hatta benimki bitmemişti bile.çok yoğundu o vakitler."
_sevindi mi hamile olduğunu öğrenince."
_ooo ..uçtu resmen ..görmeliydin.."
(***** baban senin varlığınla korkmaya başladı birden ..hayat üzerine çökecek sandı ..hayatı mahvolmuş sandı.bir daha hiç birşeyimiz eskisi gibi olmayacak sandı.daha çok genç olduğumuu,yapmak istedikleri olduğunu,hayalleri olduğunu,beni çok sevdiğini ama buna hazır olmadığını...)
_evet görmeliydin..hemen adını düşündü..odanı nasıl yapacağımızı..neler alacağımızı planladı tabii."
_neden peki ben doğduktan hemen sonra boşandınız o halde.."
_bilmiyorum..eskisi kadar sevmıyorduk birbirimizi galiba.sevmeden bir arada yaşamak da zor oluyor inan bana .."
****bu kadar gerince o ,kendini hapsolmuş hissedince,azad ettik sevgiliyi:)
_doğduğun güne gelince..ağustos mevsimiydi..ne sıcaktı ne sıcaaak...çok duygusal zamanlardı.hemen hergün ağlıyordum zaten..işte o zmanlar hediye gibi geldin bana ..gece yarısından sonra sabah 01.30 gibi kasılmalar hissettim..ne olduğunu anlayamdım ..koştum mutfağa..sık sık yere çökmek zorunda kaldım tabii.hemen hazırlanıp hastaneye gitmem gerktiğini anladım .zaten çantam hazırdı.eşofmanları çektim bi ..çantamı aldım..araba kullanamayacak durumda olduğumdan bir arkadaşımı aradım hemen ."
_babam?"
****nası toparlayacaz şimdi..baban..ayrılmıştık bile...
_işte hastaneye gittik.3 arkadaşımın 3 de gelmişti:)) yolda daha sakindim. Evdeki kadar kasılmıyordu artık bacaklar:))devlet hastanesinde sancı odası diye bi kavramla karşılaştım o zaman. "Sancı odası" diye bi yer var. Dolmuş bir oda kadın, doğum sancılarının 3 dakika da bir gelmesini beklıyorlar. hani öyle seni hemen "açılın gebe var" modunda beklemiyor kimse.
_geç şurda bi yatak bul.ebeler uyuyorlar ..bu arada sancınızı çekin.sancı üç dakikaya inince haber verirsiniz ."
_Bakın, bişeyler ters gidiyor sanırım, ben tıp fakültesinde öğrenciyim, dedi arkadaşım. Bu böyle olmamalı, böyle değil. Bu kız doğuracak, bir yatağa almalısınız, açıklığı kontrol etmelisiniz, sancı sıklıklarını not almak zorundasınız. Herhangi bir sağlık sıkıntısı, tansiyonu şekeri var mı kontrol etmelisiniz. Bebek normal yollarla mı geliyor bir terslik var mı gözlem altına almalısınız. Neler oluyor burda?
_baksana ne çok biliyon sen. Doğurt arkadaşını işte. Hem erkeklerin burada beklemesi yasak. Sen aşağı in bakayım.
_ne alakası var ya..bizim doktorumuz var ..E. bey ..telefon ettik hastaneye gidin ben geliyorum dedi.
_hıı gelince bakar o zaman.
_tamam, canım sen git.
dedim arkadaşıma.."sen doktora ulaşmaya çalış.zaten geçti sancım filan yok gibi."
güvenlik zoruyla arkadaşlarımı alt kata indirdiler.sancı odasında kıvrım kıvrım kıvranan ,bağıran ,onca acı içinde küfreden kadınların arasında yatağın birine kıvrıldım.uçtu gitti sancım bi an..sonra beş dakika kadar sonra bir kez daha...:))
bu kez orda kalamazdım..kalktım,dışarı, koridora..koridorda yürümeye devam..kendime ve sana sürekli sakinleştirici şeyler söylüyordum..bakk..sen beni rahatlatırsan ben de seni rahat ettirirm ..şimdi beni çok yormazsan ben de sana gece yarısına kadar dolaşma izni verebilirim.araba kullanma izni,kız arkadaşı eve getirme izni.."
_bunu duyduğum iyi oldu?"
_dur bakalım..ama sözünü tutmadın sen..o yüzden unutt.."
_babam ne zaman geldi"
_baban..gelmiş ama içeri almamışlar.alt katta beklemiş."
****gelmedi
_bi anda sancım başladı..tırsarak ebelerin odasına gittim.doktor E.beyden ses de yok.kapıyı hızlı hızlı vurdum..gudubet karının biri çıktı geldi.
_çık şurdaki masaya...
ss kampı ..bileğime numara basacaklar diye bekledim..bekle biraz ..var daha ..in şimdi masadan...kabustu tekrar inmek..ve tam 9 saat boyunca sancı çektikten sonra..ve her seferinde öldüm sandım tabii....9 saat sonra evet..tamam yat bakalım ..bebek geliyor:)))))
_babam ..geldi mi peki.."
_yukarı birisinin girmesi yasaktı.refakatçi almıyorlarmış..Amerika mı sandın leenn burayı sen :))) şimdi değişmiş olmalı ama o zaman öyleydi..
******aşağıda bekleyen arkadaşlarımdan başka kimse yoktu..güvenlik görevlisini döven kankam :)) dışında tabii.o da artık karakola...
bundan daha fazla acı çekemem derken bir anda tüm ağrılarım kesildi..sanki buluttan bir yatağın üzerindeydim..her şey o kadar sakindi ki..ve güneş son çığlığımla beraber içime girmişti sanki..
_bak çok güzel bir oğlan bu..bana gösterdiklerinde ilk işim gözlerimi kocaman açıp senin suratıma şaşkınlıkla bakan gözlerini bulmak oldu..kucağıma vermediler ..sadece gösterip, bi beze sardılar.ilaçlamak ve temizlemek için götürdüler seni..saatlerce ağladım...arkadaşlarım yanıma geldiğinde ağlaşmışız beraber .ve sürekli "o benim bebeğiimm ,o benim bebeğiim " diyormuşum:)çok makara yaptılar sonra..
dünyanın en güzel şeyi bu bee.aslında şimdi yok ve özgürüm .kadınca hislerimin esiri olabilir,barda içebilir,gece geç gelebilir ,yakışıklı adamları kesebilirim filan:P
ama ......özledim bee.ukala da olsa..kendini bişi de sansa....ilerde tarantinonun tahtına adaysa da..benden daha zeki olduğu için sinir olsamda...
arayayım şu sıpayı bi...:)))
:::::::::::::::::::::::
foto: bilmiyorum ..netten bi yerden:)
VALS GİBİ
anlatmış gene: penelope - 25 Ocak 2010 Pazartesi
Dilber sultanın günleri olurdu on beş günde bir.Yaşlılar evi ,naftalin kokusu ,beyaz sabun kokusu eşliğinde ; kurabiye ,likör,sigara (öküz kızacak şimdi gene sigara diye ne diyeyim onda fuck -buddy bende sigara..alışın artık) ikramıyla…
Misafirler gelmeden önce, zaten yüzyıldır hiç bi şekilde yeri değişmeyen mobilyaların, nazik nazik tozu alınır, dantellerin inci beyazı olup olmadığı kontrol edilir, yemek masasının üzerine beyaz servis porselenleri, gümüş kaplama çatallar, likör bardakları ve nane likörü servis edilecek orjınal bi sürahi konur ve bu sanki ilk kez yapılıyormuş gibi özenle ve heyecanla yapılırdı. Oradan kaçmak isterdiniz. Sabah okuldan gelmiş olmanın, ödevlerini erkenden bitirmiş olmanın ve gidecek bir yer olmayışının olumsuz etkisiyle kalmaya da mecburdunuz.
Suratsız suratsız yardım ederdim. Hayır, sanki çatallar aynı hizada olmasa yemek yenmeyecek. Öyle bir intizam öyle bir düzen…
İlk gelen hep Makbule Teyze olurdu.Ayakkabılarını çıkarır çıkarmaz,çantasından çıkardığı Osmanlı işlemeli papuclarını giyer,kalın bacaklarının üzerinde dizlerinden aşağı doğru sallanan şalıyla ,aheste aheste yürürdü.Hayalimde çoğu kez “ Kontes” olarak düşlerdim onu.Hepsinin bir kalıbı vardı gözümde."kontes makbule".)))büyük bir şatoda yaşıyordu,hizmetçilerini azad etmiş ,eve kapanmış,şövalye olan kocasının ölümünün ardından onun yasını tutuyor,kendini evine kapatıyor,arada bir geceleri elinde şamdanla ormana gidiyordu.Hayale bak!!!!
İçeri girer girmez, mis gibi acıbadem kurabiyesinin kokusunu alır
_Döktürmüşsün yine Dilber Sultan, derdi.
Dilber sultan kendinden emin,elinin her değdiği şeyin lezzetinden emin,misafirlerinin beğenisinden emin,bir yandan mütevazi tavır ,diğer yandan gurur..
Kimse gelmeden dedikoduya başlarlardı:
_filancanın oğlu ,Amerika’ya gitmiş ti ya hani ,ecnebi bi kızla evlenmişti ,ayrılmışlar.. çocuklar annede kalmış..Katolik olarak yetişirler alimallah..tüh tühhhh..
-Fahriye hanımın kızı...kendinden 25 yaş büyük patronuyla evlenmiş.ayol para içindir ,Fatma Girik gibi kız,hömücük adamla ne işi var.hııhh..
birazdan kapı çalmaya başlar sırayla.yavaş yavaş geliverirler.kapıdan karşılamaya başlarım bende.hepsi kokoştur: ))içeri girmeden yanaklarımdan bi sıkarlar ,"aaaa nasılda büyümüşş..bu kız gün geçtikçe babasına benziyor ...aynı üzüm gözler.."aptal ve sahte bi gülümsemeyle KARŞILAR onlar içeri girerken hayalim sinyal vermeye başlardı: fahriye teyze meğerse eskiden bacı kalfaymış.ince hastalığa tutulmuş hanımı için sevdiceği ile aralarındaki iletişim kablosu görevindeymiş..hayalime çok gülerdim ..:)))
Nezahat Teyze ise bundan önce ki yaşamında anaç bi tavuktu muhtemelen.Poposunu bi sağa bi sola ağır ağır çevirirken birazdan yumurtlayacak gibi dururdu.içlerinde bir tanesi bile 50 yaş altı olmayan bu kokonalar grubu, hiç beklemediğiniz sohbetlere girerlerdi.çoğunun gençlik maceraları ,şehrin sayılı esnafları tarafından nasıl da kesildiklerine ,nasıl da göz süzdüklerine ,nasılda istenip te verilmediklerine dayanırdı.sonra uzun süren evlilikleri ve yeni yetmelerin üç beş yılda yaptıkları evliliklerin mukayesesini yapar,nelerden fedakarlık yaptıklarından dem vururlardı.en sevdiğim bölüm gençlik aşklarını anlattıkları bölümdü.uzaktan uzağa sevmeler,taşların altına mektuplar koymalar..gümüş ayna,köstekli saat hediyeler:))
Yemek içmek muhabbeti bittikten sonra, dedikodulardan, mahalledeki asayişin berkemal hale gelmesinden hemen sonra, birbirine yakın koltuklardan dolayı daireymiş hissi veren salona geçilir, herkes yerine oturur, nane likörü ve acıbadem kurabiyesinin olduğu tabaklar, yüzüklü peçeteler alınır, peçeteler dizler üzerine serilir en sevdiğim bölüme geçilirdi.
Derin iç çekişlerle başlardı anılar.Tam ortaya bağdaş kurar otururdum ,ellerim yanaklarımda, dirseklerim bacaklarımda..Masal dinler gibi dinlerdim.Sonra bana yönelirler ,hayatın engin tecrübelerinden dem vurarak tavsiyelerde bulunurlardı:
—bak kuzucuk. Zamane aşkları yalan aşklar. Kendini öyle sakla ki sana değsin
Sakladığına değsin sevdiğin.(ne kadar tuttuğum tartışılır:)) )
—evlilik kutsal bir emanet gibidir.koruyacak gücün yoksa emanete talip olma..
Sıra makbule teyzeye gelince ağızlıkla içtiği sigarasından nefes çeker, hayatımın tavsiyesini verirdi:
“evde aşçı, muslukçu, tamirci, çamaşırcı, çocuk bakıcısı, ütücü, terzi, acil durumlarda doktor, banyo günlerinde masör, geceleri yatağında fahişesi olucan adamın.”
Ahaaa..hayatın sırrını paylaşmışta unutulmadan not almam gerekirmiş gibi herkes yüzüme bakardı onaylayarak onu..
Bi kere kendimi erkeğe sunulmuş hediye paketi gibi hissederdim, bozulmama yeterdi bu. İçeriğindeki hizmet anlayışı canımı sıkardı. Sonra şuh kahkahalar atılır, salonun etrafını yedi kez dolanırdı bu kahkahalar. Bir anda hepsini kocalarıyla sevişirken hayal ederdim. iğğğğ… Berbat bişeydi bu. Hele bizimkileri..olamazzz.dünya kanunlarına aykırı olmalı.belli bir yaşın üzeri sevişemez..sevişemez değil mi?.
Onlar evlerine dönerken öpüşüp koklaşırken, yanaklarımdan mıncırlarken ben hala onları çıplak hayal ediyordum. Bir taraftan iğreniyordum hayalimden.
Ne kadar haklı olduklarını bilemiyorum.belki de haklılar..yani erkekler konusunda fazla şanslı sayılmam .oğlumun babası ile yaşanmış kısa ama mutlu bir dönem vardı..Tavsiyelerin uygulamaya döküldüğü bir dönemdi ve haklılığı sanırım kanıtlanıyordu.Ama ortada çocuğun varlığı söz konusu olunca ,yapmak istediği çok şey olduğunu ,daha çok genç olduğunu düşünen sevgiliyi de azad etmek gerekiyordu. Sanırım bu konuda da başarılıydım.
Bu öğleden sonra ofise acıbadem kurabiyesi getirdiler..Acaba bu mu ,bu koku mu hatırlattı her şeyi yine : )))))))
Hatıralarım yılgınlık verdi değil mi? Ama beynimde bir yerleri tetikleyen uyarıcılar nedeniyle zaman içinde yolculuklar yapıyorum ,iki ileri bir geri : vals gibi…..
Misafirler gelmeden önce, zaten yüzyıldır hiç bi şekilde yeri değişmeyen mobilyaların, nazik nazik tozu alınır, dantellerin inci beyazı olup olmadığı kontrol edilir, yemek masasının üzerine beyaz servis porselenleri, gümüş kaplama çatallar, likör bardakları ve nane likörü servis edilecek orjınal bi sürahi konur ve bu sanki ilk kez yapılıyormuş gibi özenle ve heyecanla yapılırdı. Oradan kaçmak isterdiniz. Sabah okuldan gelmiş olmanın, ödevlerini erkenden bitirmiş olmanın ve gidecek bir yer olmayışının olumsuz etkisiyle kalmaya da mecburdunuz.
Suratsız suratsız yardım ederdim. Hayır, sanki çatallar aynı hizada olmasa yemek yenmeyecek. Öyle bir intizam öyle bir düzen…
İlk gelen hep Makbule Teyze olurdu.Ayakkabılarını çıkarır çıkarmaz,çantasından çıkardığı Osmanlı işlemeli papuclarını giyer,kalın bacaklarının üzerinde dizlerinden aşağı doğru sallanan şalıyla ,aheste aheste yürürdü.Hayalimde çoğu kez “ Kontes” olarak düşlerdim onu.Hepsinin bir kalıbı vardı gözümde."kontes makbule".)))büyük bir şatoda yaşıyordu,hizmetçilerini azad etmiş ,eve kapanmış,şövalye olan kocasının ölümünün ardından onun yasını tutuyor,kendini evine kapatıyor,arada bir geceleri elinde şamdanla ormana gidiyordu.Hayale bak!!!!
İçeri girer girmez, mis gibi acıbadem kurabiyesinin kokusunu alır
_Döktürmüşsün yine Dilber Sultan, derdi.
Dilber sultan kendinden emin,elinin her değdiği şeyin lezzetinden emin,misafirlerinin beğenisinden emin,bir yandan mütevazi tavır ,diğer yandan gurur..
Kimse gelmeden dedikoduya başlarlardı:
_filancanın oğlu ,Amerika’ya gitmiş ti ya hani ,ecnebi bi kızla evlenmişti ,ayrılmışlar.. çocuklar annede kalmış..Katolik olarak yetişirler alimallah..tüh tühhhh..
-Fahriye hanımın kızı...kendinden 25 yaş büyük patronuyla evlenmiş.ayol para içindir ,Fatma Girik gibi kız,hömücük adamla ne işi var.hııhh..
birazdan kapı çalmaya başlar sırayla.yavaş yavaş geliverirler.kapıdan karşılamaya başlarım bende.hepsi kokoştur: ))içeri girmeden yanaklarımdan bi sıkarlar ,"aaaa nasılda büyümüşş..bu kız gün geçtikçe babasına benziyor ...aynı üzüm gözler.."aptal ve sahte bi gülümsemeyle KARŞILAR onlar içeri girerken hayalim sinyal vermeye başlardı: fahriye teyze meğerse eskiden bacı kalfaymış.ince hastalığa tutulmuş hanımı için sevdiceği ile aralarındaki iletişim kablosu görevindeymiş..hayalime çok gülerdim ..:)))
Nezahat Teyze ise bundan önce ki yaşamında anaç bi tavuktu muhtemelen.Poposunu bi sağa bi sola ağır ağır çevirirken birazdan yumurtlayacak gibi dururdu.içlerinde bir tanesi bile 50 yaş altı olmayan bu kokonalar grubu, hiç beklemediğiniz sohbetlere girerlerdi.çoğunun gençlik maceraları ,şehrin sayılı esnafları tarafından nasıl da kesildiklerine ,nasıl da göz süzdüklerine ,nasılda istenip te verilmediklerine dayanırdı.sonra uzun süren evlilikleri ve yeni yetmelerin üç beş yılda yaptıkları evliliklerin mukayesesini yapar,nelerden fedakarlık yaptıklarından dem vururlardı.en sevdiğim bölüm gençlik aşklarını anlattıkları bölümdü.uzaktan uzağa sevmeler,taşların altına mektuplar koymalar..gümüş ayna,köstekli saat hediyeler:))
Yemek içmek muhabbeti bittikten sonra, dedikodulardan, mahalledeki asayişin berkemal hale gelmesinden hemen sonra, birbirine yakın koltuklardan dolayı daireymiş hissi veren salona geçilir, herkes yerine oturur, nane likörü ve acıbadem kurabiyesinin olduğu tabaklar, yüzüklü peçeteler alınır, peçeteler dizler üzerine serilir en sevdiğim bölüme geçilirdi.
Derin iç çekişlerle başlardı anılar.Tam ortaya bağdaş kurar otururdum ,ellerim yanaklarımda, dirseklerim bacaklarımda..Masal dinler gibi dinlerdim.Sonra bana yönelirler ,hayatın engin tecrübelerinden dem vurarak tavsiyelerde bulunurlardı:
—bak kuzucuk. Zamane aşkları yalan aşklar. Kendini öyle sakla ki sana değsin
Sakladığına değsin sevdiğin.(ne kadar tuttuğum tartışılır:)) )
—evlilik kutsal bir emanet gibidir.koruyacak gücün yoksa emanete talip olma..
Sıra makbule teyzeye gelince ağızlıkla içtiği sigarasından nefes çeker, hayatımın tavsiyesini verirdi:
“evde aşçı, muslukçu, tamirci, çamaşırcı, çocuk bakıcısı, ütücü, terzi, acil durumlarda doktor, banyo günlerinde masör, geceleri yatağında fahişesi olucan adamın.”
Ahaaa..hayatın sırrını paylaşmışta unutulmadan not almam gerekirmiş gibi herkes yüzüme bakardı onaylayarak onu..
Bi kere kendimi erkeğe sunulmuş hediye paketi gibi hissederdim, bozulmama yeterdi bu. İçeriğindeki hizmet anlayışı canımı sıkardı. Sonra şuh kahkahalar atılır, salonun etrafını yedi kez dolanırdı bu kahkahalar. Bir anda hepsini kocalarıyla sevişirken hayal ederdim. iğğğğ… Berbat bişeydi bu. Hele bizimkileri..olamazzz.dünya kanunlarına aykırı olmalı.belli bir yaşın üzeri sevişemez..sevişemez değil mi?.
Onlar evlerine dönerken öpüşüp koklaşırken, yanaklarımdan mıncırlarken ben hala onları çıplak hayal ediyordum. Bir taraftan iğreniyordum hayalimden.
Ne kadar haklı olduklarını bilemiyorum.belki de haklılar..yani erkekler konusunda fazla şanslı sayılmam .oğlumun babası ile yaşanmış kısa ama mutlu bir dönem vardı..Tavsiyelerin uygulamaya döküldüğü bir dönemdi ve haklılığı sanırım kanıtlanıyordu.Ama ortada çocuğun varlığı söz konusu olunca ,yapmak istediği çok şey olduğunu ,daha çok genç olduğunu düşünen sevgiliyi de azad etmek gerekiyordu. Sanırım bu konuda da başarılıydım.
Bu öğleden sonra ofise acıbadem kurabiyesi getirdiler..Acaba bu mu ,bu koku mu hatırlattı her şeyi yine : )))))))
Hatıralarım yılgınlık verdi değil mi? Ama beynimde bir yerleri tetikleyen uyarıcılar nedeniyle zaman içinde yolculuklar yapıyorum ,iki ileri bir geri : vals gibi…..
dizi dizi dizi
anlatmış gene: penelope - 18 Ocak 2010 Pazartesi
B.oktan bir gündü. Bölge müdürlerinden birine uçtum.kendi stilimle hem de.Sonu “mahkemeye vericem sizi” cümlesiyle bitince “aaa ..lütfen hartım kalıcak vermezseniz.ve rica ederim sonuçtan beni haberdar ediniz,zira üstünüzle yaptığınız bu konuşma –düzeltiyorum mahalle üslubu – hasebiyle bir soruşturma geçireceksiniz.Görüşmek üzere .” eklemesini yapmak zorunda kaldım.Sonrasında bi kaç sigarayı peş peşe içtim.Yalnız sigarayı direk burnuma doğru üfleyerek içtiğimden galiba ve bi kaçı da peş peşe olunca hafif bi Leyla sendromu yaşamadım değil.
Nasıl bu noktaya geldiyse…oysa ısrarla çalan telefona:
“merhaba ..nasılsınız H.bey,”diye başlamıştım.okuldan yeni mezun olan yeni idareci,küçük bir yerde küçük bir idare mekanı bile olsa ,kendisine bağlı 5 kişi bile olsa bi anda uzay mekiğinde kaptan sanıyor kendini.”mr.spock..yıldız filosu akademisi mezunu zavallı vulkan!lı…allaım ya..Bak hala sinirliyim..:))) ne sinirlenicem beeea.şaka..spock iyi geldi.evet bundan böyle mr.spock olsun adı: ))
Hadi ov şakakları penelope..trene dön..ya da atla bir adım..sonrasından karala mesela..rahatlatır mı seni: )belki sadece uzaklaştırır..belki ihtiyacın olan şey budur..uzaklaşmak….
*********
Daha önce yaşadığın hayatı geçici bir konaklama olarak düşünüyorsan, ait olduğun yeri bulana kadar her yer otel odasından farksızdır. Kendini bir yere ait hissetmeme hastalığı erken teşhis edilmezse, bünyenin bir kısmını kangren eder ve kesip atmaktan başka çaresi yoktur. Bu durumda yapılabilecek tek şeyi yaparsın; en zayıf halkan olan aitlik duygunu kökten keser ve atarsın. Yeni oluşan sakatlık durumunun da seni engelli kılmaktan başka zararı olmaz topluma.
Alınan ilk notlar umut vericiydi: koşmak, özgürlük, yeni, nefes, huzur... Gibi kelimeler içeriyordu. Çoğunu hissede hissede yazıyordum hem de.
Okumak istediğim bölüm için çok da çalıştım denemez, kendiliğinden de gelmiş sayılmaz. Sanırım bi ara sıkı dinliyordum hocaları.
Kayıtlar,dersler ve saatleri,derslikler…...kalacak yer..oda arkadaşı ilanları…kampüs…kafeterya..çay..sigara..kafetreya..derslik..ilan panosu…..otel..ilan panosu…..sigara….otel..okul….ilan pano-suuu.
Bu olabilir!...Verilen telefonu aradığımda anlamıştım aslında o ses tonundan olmayacağını ama ne kadar kalınırdı bilmediğin yerde, bir otelde.Okul kafeteryasında buluşuldu.Karşımda oturan ve direk gözbebeklerime bakan iki kişinin ,sorgu ve sual melaikeleri olduğuna kanaat ettim o gün. "İyi aile çocukları " ortalamasının da üzerinde, böyle, hanım hanım bişiler.
_ nerelisin?
_ denizi filan olan bağlık bahçelik bi kasaba işte. X 'li.
_ annen baban?
_ annem babam ..yurt dışındalar..dışarıdalar baya..( epey dışarıda..dünyanın da dışında..neden söylemedimse!!?)
_ sigara içiyo musun?
_ evet
_ alkol
_ evet
_ gece çıkar mısın?
_ evet
_ sevgilin var mı?
_ hayır.
_ erkeklerle ilgili düşüncen?!!
_:)) severim onları..heteroyum arkadaşlar.
_ hmmm. Biz seni ararız."
_ olur
_ hoşçakal
_ nerden arayacaksınız? Dumanla mesaj gönderecekseniz bilmiyorum ben o dili.
_ nasssı?
_ nerden arayacaksınız diyorum..telefon numarası almadınız da..:)) rahat olun arkadaşlar..anlaşamayacağımız belli zaten..ne gerek var kasmaya..:))
_ hoşçakal.
_ sizde kalın : )))
kafetreya ..ders..sigara..kahve..otel..ilan panosu..otel..ders..sigara..ilan panosu..ilan panosuu.."
_ aaaa.meraba..ben de seni arayacaktım..ev buldun mu.?
_ yok..biraz daha bekliyorum bakalım.Olmazsa tek çıkıcam.."
_ yoo yoo.biz de arayacaktık seni.Bizimle kalabilirsin eğer istersen.Çıkışta buluşalım ..Kaçta çıkıyorsun sen..
_:)) nooldu..Ak sakallı bi dede rüyanıza filan mı girdi: ))” kızı alıııın evee .” diye..Eğer öyleyse aldırmayın ,o benim dedemdir,sakalı da takma:))
_ yoook.aslında beklediğimiz biri vardı..o da yurda yerleşmiş.Açıkçası iyi bir yerde ,iyi bir ev bulduğumuz.Kira bizi sarsar.Dördüncü kişi gerek.Elimizde sen varsın.
_ hiç yoktan iyi yani..:))
_ ama sigara içme evde.
_ içerim ben
_ tamam
_ hadi
_ çıkışta alırım seni
_ oldu
_ oldu
...:))))) oldu bitti yani..
İlk evim..Hani aitlik hissim öldüğünden , "ev "isminin sonundaki iyelik ekini tamamen cümlenin yapısı gereği kuruyorum.Yoksa bildiğin öğrenci evi..:)
En çok aklımda kalan uzun koridorunun sağlı sollu ayakkabı dizilmiş olmasıydı.Yere serilen gazetenin üzerinde sağlı sollu renk renk ayakkabı..38 numara her renk her model çizmeden tut, uzun incecik topuklu ayakkabılara kadar.Arkadaşlardan biri ayakkabı manyağıydı..:) Kendime bakıyordum ,iki spor ayakkabı , bi çizme ..bu ne leen..
Yalnız güzel olan şey evdeki herkesin 38 numara ayağının olması..yani arkadaş yokken ,tırtıklıyorlardı ayakkabılarını )) başkasının ayakkabısını giymek midesi vardı kızlarda.bitmek bilmeyen bulaşık kavgaları..yemek sırası..kendi başına cumhuriyet olan ben , dışarıda yiyor ,çıkardığım bulaşığı–ki çay fincanından ibaret- yıkıyor,masraflar konusunda sıkıntısız ödemeleri yapıyor ve ortak alanı kullanmadığımdan koridor ,banyo tuvalet dışında temizliğe karışmıyordum.Kira konusunda parası geç gelenlerin yerine de ödeme yaptığımdan ya da borç verebilme kapasitem olduğundan sanırım katlanıyorlardı bu duruma.Mutfak çoğu zaman çöplük gibiydi.
Odamdan pek çıkmıyordum. Küçük bir kütüphanem olmaya başlamıştı bile. Sık sık sinemaya gidiyordum. İyi bir rock bar vardı, en çok gittiğim yer orasıydı. Haftada üç gece içiyordum. Blues bar ..banklarında sesli harf özürlü grubun adı yazar,hani free bird i söylerler –ya hani forest gump ta da var o şarkı çok severim filmi de şarkıyı da..led zeppelin dinleyebilirdiniz.bob marley posteri ahım şahım dururdu.Kafa bi milyonken en sevdiğim dövmemi yaptırdım mesela. alerjı oldu tabii. Benim tenimden ..yoksa cemal’in suçu yokk.o kraldır: ))
Koi seçmemin sebebi sanırım kendime benzetmek oldu. Akıntıya karşı yüzen balık: )
şimdi neden bu kadar uyumlu olmaya çalışmak..kendime kızgınım,kırgınım da biraz araziye uymak meselesi,kalp kırıklığından da değil aslında.kalbim kırık değil.yaşamak istediğim gibi yaşadım.hani sunulana razı olmak mı ,direndikten sonra sunulana razı olmak mı..derseniz direndikten sonra sunulana küfretmek derim.ama kimse don kişotluk yapmasın,ucuz kahramanlığa da gerek yok : bi şekilde razı ol ya da olma sunulanı yaşıyoruz zaten.sadece sonunda tadı damakta kalanlar var,bir daha yermiyim lan o b.ku dedirtenler var..kayıtlara kayıpları ne kadar az kaydedersen o kadar iyi yaşadım diyorsun herhalde.7yoksa bu da aptal polyanna nın aptal felsefesinden bişi mi : )/
sinemanın hemen yanında bir kitapçı vardı.orda çalıştım bir ara: )sıkça kitap aldığım yer..bi gün kitap almaya girdim ,ertesi gün çalışandım.at kuyruklu,kumral,açık tenli ,hastalıklı gibi zayıf çenesindeki bi tutam sakalıyla sakala verilen "keçi " isminin hakkını veren biriydi sahibi.can yayınlarının kitaplarını orda bulurdunuz.her kitap alışımda
"öncekini bitirdiniz mi?" diye sorardı.sadece gülümserdim .gecelerin çok uzun olduğunu mu bilmiyordu ne?okuyacak çok zaman var:)
tatillerde gitmeyecektim kasabaya madem.çalışmalı o halde:)ragıp..komi ragıp..patronum..kominist ragıpın kısaltılmışı:))))onu da anlatırım bi ara..farkında olmadan destan yazmışım ..çok konuşuyorum ben çoook:))))
"
DÖNMEEEEKK
anlatmış gene: penelope - 16 Ocak 2010 Cumartesi
Zor karar verdiği şeyler vardır insanın. Bazı kapıları sımsıkı kapayabilmek zordur. Öylesine zordur ki, bir gün o kapıyı kapatmayı başardığında bile cebine kapı tokmağını filan almışsındır: geri dönebilmeyi hep cebinde taşımak için...
Keskin dönüşleri olamıyor bazen insanın, olamayınca içinde düğüm oluyor tabi gidemediğin her adım. Ya da adımların içeri doğru, kısıtlı mekânda ve derinden... Öyle sıklaşıyor ki, oluşturduğu çukur yüreğini ezik büzük ediyor artık.
keskin bir gidiş değildi gidişim,okul için çıkabildim çıkmak istediğim yerden .içimde küçük kasabayı terk etmenin verdiği huzur,ciğerleri yakan oksijen ...gözlerimi kamaştıran gün ışığı ile.zaman zaman tekrar arzu ediyor bünye bu hissi.sonuna kadar zevk alarak sevişmek gibi bir his..
uzun bir yolculuktu.Tren neden seçildi ,bu yüzden mi? belki bu yüzden ,belki daha ucuz diye:)toprağın rengi değiştikçe anladım gittiğimi.memleketin toprağı kadar yeşil ,dolu,sıcak değildi artık.kokmuyordu bağı bahçesi..bağı bahçesi yoktu ki..
Yolculuk sırasında Rus yazarları düşündüm, çoğu tren yolculuklarında yazmış eşsiz romanlarını. Bu pencereden mi seyrettiler, ne gördüler, nereye doğru baktılar: dışarı doğru mu? Dışardan vuran ışığın aksiyle içeri doğru mu?
Yanıma aldığım üç beş parça kıyafetim, bir kaç kitabım, diş fırçası, diş macunu, saatim, vazgeçilmez yüzüklerim ve derin hüzünlerim /acıklı olsun hem de kafiye versin diye yazdım. yyoksa ne hüznü / dışında bana ait hissettiğim hiçbir şey olmadığından geriye bakıp özlediğim bir şey de kalmamıştı.
yol boyu ilerde yaşayabileceğim muhtemel muhteşem tesadüfleri düşledim.her şey peri masalı gibi olabilirdi.yalnız peri masallarını sadece kendi içimde hayal ederdim .romantik tek bir his barındıramayacak kadar vurdumduymaz bir görüntüm vardı.ele avuca sığmaz,değer vermez,çok önemsemez,fazla takmaz..birisi içimde yeşil duyguların olduğunu bilse tahtını kaybedecek sultanlar gibi korkardım.tek başına kurulan hayaller gibisi yoktur.kimseye sebebini açıklamak zorunda kalmazsınız.ve kimse "ahahaha ne kadar saçma " diyemez ve siz de " yaa hayal işte " cümlesini kurmak zorunda değilsinizdir.sigaranızı alır ,bahçedeki şezlonga uzanır/ yoksa ağaç altına çörekler/ o dahi yoksa yatağınıza uzanır-bu vardır sanırım-, kurarsınız kurarsınız.birinin b
ile gerçek olabilme ihtimali yeter mutlanmaya..umutlanmaya..
şimdi dönmek...mümkün mü artık peki..
Keskin dönüşleri olamıyor bazen insanın, olamayınca içinde düğüm oluyor tabi gidemediğin her adım. Ya da adımların içeri doğru, kısıtlı mekânda ve derinden... Öyle sıklaşıyor ki, oluşturduğu çukur yüreğini ezik büzük ediyor artık.
keskin bir gidiş değildi gidişim,okul için çıkabildim çıkmak istediğim yerden .içimde küçük kasabayı terk etmenin verdiği huzur,ciğerleri yakan oksijen ...gözlerimi kamaştıran gün ışığı ile.zaman zaman tekrar arzu ediyor bünye bu hissi.sonuna kadar zevk alarak sevişmek gibi bir his..
uzun bir yolculuktu.Tren neden seçildi ,bu yüzden mi? belki bu yüzden ,belki daha ucuz diye:)toprağın rengi değiştikçe anladım gittiğimi.memleketin toprağı kadar yeşil ,dolu,sıcak değildi artık.kokmuyordu bağı bahçesi..bağı bahçesi yoktu ki..
Yolculuk sırasında Rus yazarları düşündüm, çoğu tren yolculuklarında yazmış eşsiz romanlarını. Bu pencereden mi seyrettiler, ne gördüler, nereye doğru baktılar: dışarı doğru mu? Dışardan vuran ışığın aksiyle içeri doğru mu?
Yanıma aldığım üç beş parça kıyafetim, bir kaç kitabım, diş fırçası, diş macunu, saatim, vazgeçilmez yüzüklerim ve derin hüzünlerim /acıklı olsun hem de kafiye versin diye yazdım. yyoksa ne hüznü / dışında bana ait hissettiğim hiçbir şey olmadığından geriye bakıp özlediğim bir şey de kalmamıştı.
yol boyu ilerde yaşayabileceğim muhtemel muhteşem tesadüfleri düşledim.her şey peri masalı gibi olabilirdi.yalnız peri masallarını sadece kendi içimde hayal ederdim .romantik tek bir his barındıramayacak kadar vurdumduymaz bir görüntüm vardı.ele avuca sığmaz,değer vermez,çok önemsemez,fazla takmaz..birisi içimde yeşil duyguların olduğunu bilse tahtını kaybedecek sultanlar gibi korkardım.tek başına kurulan hayaller gibisi yoktur.kimseye sebebini açıklamak zorunda kalmazsınız.ve kimse "ahahaha ne kadar saçma " diyemez ve siz de " yaa hayal işte " cümlesini kurmak zorunda değilsinizdir.sigaranızı alır ,bahçedeki şezlonga uzanır/ yoksa ağaç altına çörekler/ o dahi yoksa yatağınıza uzanır-bu vardır sanırım-, kurarsınız kurarsınız.birinin b
ile gerçek olabilme ihtimali yeter mutlanmaya..umutlanmaya..
şimdi dönmek...mümkün mü artık peki..
koku
anlatmış gene: penelope - 13 Ocak 2010 Çarşamba
Ihlamur ağacı her zaman güzel kokmaz. Sinir de edebilir kış boyu içilirse; daha doğrusu "i-çe-ceeek-siin" zaptı raptı altında içiyorsanız, bahçeden yok olmasını istersiniz. Her kıvrımına bir balta vurasınız gelir.
Oğlumun gitarı ıhlamur ağacındanmış.Ne iyi.ne iyi.Kesmişler demek .Cilalamış,üzerine teller takmışlar filan.Kokmuyor da..Kesmişler demek..
_Anne, bak bu gitar ıhlamur ağacından. En hızlı büyüyen ağaç ıhlamur ağacı olduğundan, ucuz gitar üretilebiliyor bu ağaçtan. Ben şimdi yeni öğreniyorum ya, benim için idealmiş. Hem Steve Taylor gibi yapmadıkça 50 sene idare eder bu gitar beni.
_Vardı bizim bahçede de bi ıhlamur ağacı. Sen hiç yakından gördün mü?
_Hayır. Görmeli miyim?
_Yok.Şart değil.Belki merak edersin diye..
_Sana bişey çalayım mı bak şimdi kendim çıkardım bu melodiyi. Hem de notalarını bilmeden.
_yaprakları acayip kokar. Sonra toplarsın, kaynatırsın. Bazen sürekli zorla içtiğinden kimse yokken tekmelersin. bazan da kovuğuna sigara paketi saklarsın.
_Bak bakalım tanıdın mı bu melodiyi..trııı trıı trııı
_Ben kesmek isterdim hep..kesmişler demek.
_annee. Hadi ama bilirsin bunu. trııı trııı trıı.
_one more cup of coffee ye benziyor biraz..
_ne alaka anne yaaa.desert rose…offf anne ya .hiç müzik kulağı yok sen de de haaa…kime çektiysem ben..
_sıpaya bak ..bütün kromozomlarını tek başıma yaptım..kime çekicen.
_isa’yım o zaman ben.
_Teknoloji tasarım projen vardı ya ;ne yapacağını buldum ;ne icat edeceğini: "Güdümlü anne terliği "istiyorum senden ..madem "annenizin ihtiyacı olan, işini kolaylaştıracak bir icat" tasarlayacaksınız ,senden istediğim bu : "Güdümlü anne terliği..seri halde 60 tane fırlatsın.
...
Kesmişler demek. Yıllarca kesmek istemiştim bizim oralarda, bizim bahçedeyken. Şimdi şu sevdiğim müzik aleti için bile olsa kesilmiş olan ıhlamur ağacı için bile içim sızladı. ki kim bilir nerden. Hangi bahçede, hangi küçük kızın kâbusuydu.
üzerinde karıncaların yerçekimine karşı verdikleri kahramanca kurtuluş savaşına tanık olurdum."yukarı ,yukarı ve uzaaağaaa" komutuyla yukarı yukarı giderlerdi.haziran ve temmuzda kurutmaya başlayana kadar karınca mücadelesinde sevgili büyükbabam ve karınca kraliçesi arasında nesil koruma mücadelesi sürer giderdi.kraliçe karınca tarafından damızlık olarak ayrılan bir grup hızla toprağa doğru kaçarken diğer gönüllüler bu veliahtları korumak için göğüslerini siper eder ,Pehh ,ama zalim Hamit Bey elindeki fırçayı kireç dolu kovaya ağır çekimde daldırır ,hiç acımadan boydan boya sürerdi ağaca..ahhahaaahhhaaaaaaa gülümsemeleri eşliğinde zalim karısı Dilber Hanım balkondan olanları vicdanı sızlamadan izlerdi..
*****göğüslerini siper etmek konusunda rahmetlilerin bi hikâyesi vardı:
Ana fikri birden fazla olan bi hikâyeydi. Onları küçümsemek gerekirdi. Sonuçta çok çalışırlardı, koloniler halinde yaşarlardı, nesil devamı için çok şey yaparlardı. Masalda ağustos böceğinin ağzına tükürmüşlerdi, ama zalimce yaklaşımdı bence, dini ritüellerde kendilerine yer verilmiş özel hayvanlardı.
"İbrahim peygamberi ateşe atıyor Nemrut. Bu arada kargalar filan ağızlarında ateşe katkı koymak adına çalı çırpı toplayıp götürüyorlar. Karınca da avuçlarına ve ağzına su doldurmuş ateşi söndürmeye koşuyor. Karga dalga geçiyor:
_gak gak gakk gaaaaaaak:*çeviri:
"aha haaa haa sen şu kadarcık boyunlaa, şu ufacıklaığınla nemrutuuun koocaa ateşini söndürebileceğini mi sanıyorsun zavalllıı."
_ben de biliyorum söndüremez..ama hiç değilse safım belli olur!"
breeh breeh breehh. Bu hikâyeyi seviyorum. bi sürü dizide kullanılmış. Mesneviden bir hikaye tabi. Ama büyükbabam gibi anlatamaz kimse:)))*********
Oğlumun gitarı ıhlamur ağacındanmış.Ne iyi.ne iyi.Kesmişler demek .Cilalamış,üzerine teller takmışlar filan.Kokmuyor da..Kesmişler demek..
_Anne, bak bu gitar ıhlamur ağacından. En hızlı büyüyen ağaç ıhlamur ağacı olduğundan, ucuz gitar üretilebiliyor bu ağaçtan. Ben şimdi yeni öğreniyorum ya, benim için idealmiş. Hem Steve Taylor gibi yapmadıkça 50 sene idare eder bu gitar beni.
_Vardı bizim bahçede de bi ıhlamur ağacı. Sen hiç yakından gördün mü?
_Hayır. Görmeli miyim?
_Yok.Şart değil.Belki merak edersin diye..
_Sana bişey çalayım mı bak şimdi kendim çıkardım bu melodiyi. Hem de notalarını bilmeden.
_yaprakları acayip kokar. Sonra toplarsın, kaynatırsın. Bazen sürekli zorla içtiğinden kimse yokken tekmelersin. bazan da kovuğuna sigara paketi saklarsın.
_Bak bakalım tanıdın mı bu melodiyi..trııı trıı trııı
_Ben kesmek isterdim hep..kesmişler demek.
_annee. Hadi ama bilirsin bunu. trııı trııı trıı.
_one more cup of coffee ye benziyor biraz..
_ne alaka anne yaaa.desert rose…offf anne ya .hiç müzik kulağı yok sen de de haaa…kime çektiysem ben..
_sıpaya bak ..bütün kromozomlarını tek başıma yaptım..kime çekicen.
_isa’yım o zaman ben.
_Teknoloji tasarım projen vardı ya ;ne yapacağını buldum ;ne icat edeceğini: "Güdümlü anne terliği "istiyorum senden ..madem "annenizin ihtiyacı olan, işini kolaylaştıracak bir icat" tasarlayacaksınız ,senden istediğim bu : "Güdümlü anne terliği..seri halde 60 tane fırlatsın.
...
Kesmişler demek. Yıllarca kesmek istemiştim bizim oralarda, bizim bahçedeyken. Şimdi şu sevdiğim müzik aleti için bile olsa kesilmiş olan ıhlamur ağacı için bile içim sızladı. ki kim bilir nerden. Hangi bahçede, hangi küçük kızın kâbusuydu.
üzerinde karıncaların yerçekimine karşı verdikleri kahramanca kurtuluş savaşına tanık olurdum."yukarı ,yukarı ve uzaaağaaa" komutuyla yukarı yukarı giderlerdi.haziran ve temmuzda kurutmaya başlayana kadar karınca mücadelesinde sevgili büyükbabam ve karınca kraliçesi arasında nesil koruma mücadelesi sürer giderdi.kraliçe karınca tarafından damızlık olarak ayrılan bir grup hızla toprağa doğru kaçarken diğer gönüllüler bu veliahtları korumak için göğüslerini siper eder ,Pehh ,ama zalim Hamit Bey elindeki fırçayı kireç dolu kovaya ağır çekimde daldırır ,hiç acımadan boydan boya sürerdi ağaca..ahhahaaahhhaaaaaaa gülümsemeleri eşliğinde zalim karısı Dilber Hanım balkondan olanları vicdanı sızlamadan izlerdi..
*****göğüslerini siper etmek konusunda rahmetlilerin bi hikâyesi vardı:
Ana fikri birden fazla olan bi hikâyeydi. Onları küçümsemek gerekirdi. Sonuçta çok çalışırlardı, koloniler halinde yaşarlardı, nesil devamı için çok şey yaparlardı. Masalda ağustos böceğinin ağzına tükürmüşlerdi, ama zalimce yaklaşımdı bence, dini ritüellerde kendilerine yer verilmiş özel hayvanlardı.
"İbrahim peygamberi ateşe atıyor Nemrut. Bu arada kargalar filan ağızlarında ateşe katkı koymak adına çalı çırpı toplayıp götürüyorlar. Karınca da avuçlarına ve ağzına su doldurmuş ateşi söndürmeye koşuyor. Karga dalga geçiyor:
_gak gak gakk gaaaaaaak:*çeviri:
"aha haaa haa sen şu kadarcık boyunlaa, şu ufacıklaığınla nemrutuuun koocaa ateşini söndürebileceğini mi sanıyorsun zavalllıı."
_ben de biliyorum söndüremez..ama hiç değilse safım belli olur!"
breeh breeh breehh. Bu hikâyeyi seviyorum. bi sürü dizide kullanılmış. Mesneviden bir hikaye tabi. Ama büyükbabam gibi anlatamaz kimse:)))*********
anlatmış gene: penelope - 12 Ocak 2010 Salı
evet ...nerden başlamalı şimdi..
Sinirleri alınmış bonfile kıvamında olmak istemez miyim ben de.isterim tabi..ama nerdeee..
Sen istesen onlar izin vermiyor. Bir bakıma zorluyorlar. herşeye zorluyorlar.
öfkeye zorluyorlar...Sigaraya zorluyorlar...Kalp kırmaya zorluyorlar.Küfretmeye zorluyorlar.Tanrıyı bile kıyamete zorluyorlar ..
Derginin yeni sayısı çıkmak üzere. Değerli kalemlerin ! katkılarını bekliyoruz, kendilerine iltifattan belimiz bükülecek kadar eğilerek, ricalarda bulunuyoruz. Onlar da kırmayıp, lütfedip ! yazıyorlar.Lakin , ben bu yazıları yazan yüksek yüksek kişilerin konuştukları gibi yazdıkları bu yazıları nasıl adam edeceğim diye düşünüyorum.Hiç nokta kullanmaksızın başlayıp biten yazı var.Eee hiç nokta kullanmayınca da oluşabilecek cümleleri bir düşünsenize..nerden başlayıp nerde gelişiyor ve nerde bitiyor.Çok saygıdeğer, sayın koskocaman B. hazretlerinin yazdığı yazıdan, sekiz makale 4 hikaye ,6 seçim propagandası ve 3 de anasınıfı masal kitabı çıkar.En kötüsü de düzeltmelerden sonra " efendim yazınızda editoryal bir kaç değişik yapmak zorundayız.yeni oluşan yazıyı size gönderiyorum dedikten sonra şahs-ı muhteremin girdiği trip...
"olduğu gibi yayınlasın o penelope hanım.."
"efendim olduğu gibi yayınlanması sizin için de iyi olmaz diye düşünüyorum .sanırım yoğun bir anınızda yazdığınız için ,ahahah çok yoğunsunuz biliyorum ,muhtemelen ondandır/ ulen ne taklacıyım ben de be/ ,yazı bira şey olmuş ..nasıl diyeyim anlatım bozukluğu filan işte öyle küçük şeyler.
"yok, yok olduğu gibi yayınlansın"
"ben size yine de düzeltmelerle göndereyim bir kontrol edin onaylayın lütfen ."
"benim üslubum böyle. Ben olduğu gibi yayınlanmasını istiyorum. orjınalini yollarsanız onaylarım."
"peki efendim ." / senin ben üslubuna..
....
"oooo penelope hanım ..bakın muhteşem bi yazı olmuş bu..arkadaşlara da okudum .alkışladılar valla.bunun neresini değiştirmek istediniz anlayamadım ben .."
"aaa..Affedersiniz sayın B. ,ben yanlışlıkla kendi düzenlediğimi yollamışım size.sizin yazdığınızı gönderiyorum ."
.....zırr zırrrr / aslında telefonum böyle çalmaz .pilli bebek çalıyo telefonum ama olsun../
"alooo..aaa sayın B., nasılsınız."
"penelope hanım ilk gönderdiğiniz yazım yayınlansın. Zaten pek fark yok. Ufak bi iki düzeltme yapmışsınız. İyi olmuş. Şimdi kurul toplantısı var. Ben kapatıyorum. hoşçakalın."
"tabii ki Sayın B.nasıl isterseniz."
hassssss....
Sinirleri alınmış bonfile kıvamında olmak istemez miyim ben de.isterim tabi..ama nerdeee..
Sen istesen onlar izin vermiyor. Bir bakıma zorluyorlar. herşeye zorluyorlar.
öfkeye zorluyorlar...Sigaraya zorluyorlar...Kalp kırmaya zorluyorlar.Küfretmeye zorluyorlar.Tanrıyı bile kıyamete zorluyorlar ..
Derginin yeni sayısı çıkmak üzere. Değerli kalemlerin ! katkılarını bekliyoruz, kendilerine iltifattan belimiz bükülecek kadar eğilerek, ricalarda bulunuyoruz. Onlar da kırmayıp, lütfedip ! yazıyorlar.Lakin , ben bu yazıları yazan yüksek yüksek kişilerin konuştukları gibi yazdıkları bu yazıları nasıl adam edeceğim diye düşünüyorum.Hiç nokta kullanmaksızın başlayıp biten yazı var.Eee hiç nokta kullanmayınca da oluşabilecek cümleleri bir düşünsenize..nerden başlayıp nerde gelişiyor ve nerde bitiyor.Çok saygıdeğer, sayın koskocaman B. hazretlerinin yazdığı yazıdan, sekiz makale 4 hikaye ,6 seçim propagandası ve 3 de anasınıfı masal kitabı çıkar.En kötüsü de düzeltmelerden sonra " efendim yazınızda editoryal bir kaç değişik yapmak zorundayız.yeni oluşan yazıyı size gönderiyorum dedikten sonra şahs-ı muhteremin girdiği trip...
"olduğu gibi yayınlasın o penelope hanım.."
"efendim olduğu gibi yayınlanması sizin için de iyi olmaz diye düşünüyorum .sanırım yoğun bir anınızda yazdığınız için ,ahahah çok yoğunsunuz biliyorum ,muhtemelen ondandır/ ulen ne taklacıyım ben de be/ ,yazı bira şey olmuş ..nasıl diyeyim anlatım bozukluğu filan işte öyle küçük şeyler.
"yok, yok olduğu gibi yayınlansın"
"ben size yine de düzeltmelerle göndereyim bir kontrol edin onaylayın lütfen ."
"benim üslubum böyle. Ben olduğu gibi yayınlanmasını istiyorum. orjınalini yollarsanız onaylarım."
"peki efendim ." / senin ben üslubuna..
....
"oooo penelope hanım ..bakın muhteşem bi yazı olmuş bu..arkadaşlara da okudum .alkışladılar valla.bunun neresini değiştirmek istediniz anlayamadım ben .."
"aaa..Affedersiniz sayın B. ,ben yanlışlıkla kendi düzenlediğimi yollamışım size.sizin yazdığınızı gönderiyorum ."
.....zırr zırrrr / aslında telefonum böyle çalmaz .pilli bebek çalıyo telefonum ama olsun../
"alooo..aaa sayın B., nasılsınız."
"penelope hanım ilk gönderdiğiniz yazım yayınlansın. Zaten pek fark yok. Ufak bi iki düzeltme yapmışsınız. İyi olmuş. Şimdi kurul toplantısı var. Ben kapatıyorum. hoşçakalın."
"tabii ki Sayın B.nasıl isterseniz."
hassssss....
itiraf..
anlatmış gene: penelope - 11 Ocak 2010 Pazartesi
şafak, ne çok şey hatırlıyorsun çocukluğundan ,dedi bir yorumunda.onun yorumları her zaman kıymetlidir benim için . bi filozofu dinler gibi dinlerim ./bu arada hiç bi filozof da dinlemedim ne yalan söyleyim/ ama ,abartılı benzetmemden ne demek istediğimi anlamıştırsın.
düşündüm bi kaç gün ..aslında günlük hayatımda "eskilerden çok eskilerden " diye başlayan bir cümle kurmuşluğum yok.geçmişe ait, oğluma bile çok az hikaye anlattım.yani "teeee o vakitler tüm buralar bööööyleeece bizimdi." , ya da " bir vakitler buraları dutluktu " gibi de konuşmadım ,hiç de bile..ama blogdaki yazma sebebim her ne kadar bu değilse de her nedense dönüp dolaşıp geçmişle yüzleşiyorum.aslında tam anlamıyla ayşe ile neşe serileri gibi hikaye gibi bir dizi yazıdan ibaret oluyor bakınca.bi kaç gün düşündüm .neden bunları anlatıyorum ,yakınımdaki kişilere bile cimriyken bu konuda ,tanımadığım insanların okuyacağı bi sayfada uzun uzadıya anlatıyorum.önce aptalca geldi bana .yaş 32 .belki artık geçmişe yönelen kapım hafiften aralanmıştır,sallanan koltuğuma oturup ağır ağır açılmış o kapıdan pembe dizi tadında izlemeye başlamışımdır eskiyi..olabilir mi?
naaayırr.olaaamazzzz.
buldum sonunda..buranın amacı o ..bana özel ,benim gevezelik,itiraf ,anı ,hayal ,şikayet gibi başlıklarla enerjımın bana kalan kısmını boşalttığım bir yer burası..burası çıplak ayak bastığım bi toprak.
sevgili günlük diye başlayan hiç bir yazım olmamıştır benim.yani herhangi bi kitaba ,bi deftere günah çıkarmadım hiç.ama burda yaptığımın başka bi açıklaması da yok..yıllarca biriktirmiş ,şimdi boşaltıyorum ..ve dolayısıyla artık günlük değil ,"sevgili dünlük " oluyor..evet bu...
o nedenle çekirdeklerinizi,battanıyelerinizi alıp ,ancak uyumak istediğinizde :)) herhangi bi sandra bullock filmi yoksa tv .de alternatif olarak okuyun beni..ancak öyle uyumadan :))))) kalabilirsiniz..
* öküze sevgiler: "mayıştım "demişti bi yorumda ..ahahahahaaa
düşündüm bi kaç gün ..aslında günlük hayatımda "eskilerden çok eskilerden " diye başlayan bir cümle kurmuşluğum yok.geçmişe ait, oğluma bile çok az hikaye anlattım.yani "teeee o vakitler tüm buralar bööööyleeece bizimdi." , ya da " bir vakitler buraları dutluktu " gibi de konuşmadım ,hiç de bile..ama blogdaki yazma sebebim her ne kadar bu değilse de her nedense dönüp dolaşıp geçmişle yüzleşiyorum.aslında tam anlamıyla ayşe ile neşe serileri gibi hikaye gibi bir dizi yazıdan ibaret oluyor bakınca.bi kaç gün düşündüm .neden bunları anlatıyorum ,yakınımdaki kişilere bile cimriyken bu konuda ,tanımadığım insanların okuyacağı bi sayfada uzun uzadıya anlatıyorum.önce aptalca geldi bana .yaş 32 .belki artık geçmişe yönelen kapım hafiften aralanmıştır,sallanan koltuğuma oturup ağır ağır açılmış o kapıdan pembe dizi tadında izlemeye başlamışımdır eskiyi..olabilir mi?
naaayırr.olaaamazzzz.
buldum sonunda..buranın amacı o ..bana özel ,benim gevezelik,itiraf ,anı ,hayal ,şikayet gibi başlıklarla enerjımın bana kalan kısmını boşalttığım bir yer burası..burası çıplak ayak bastığım bi toprak.
sevgili günlük diye başlayan hiç bir yazım olmamıştır benim.yani herhangi bi kitaba ,bi deftere günah çıkarmadım hiç.ama burda yaptığımın başka bi açıklaması da yok..yıllarca biriktirmiş ,şimdi boşaltıyorum ..ve dolayısıyla artık günlük değil ,"sevgili dünlük " oluyor..evet bu...
o nedenle çekirdeklerinizi,battanıyelerinizi alıp ,ancak uyumak istediğinizde :)) herhangi bi sandra bullock filmi yoksa tv .de alternatif olarak okuyun beni..ancak öyle uyumadan :))))) kalabilirsiniz..
* öküze sevgiler: "mayıştım "demişti bi yorumda ..ahahahahaaa
bıdı bıdı bıdı bıdı....
anlatmış gene: penelope - 8 Ocak 2010 Cuma
Asla bırakamayacağım bişeye bağlanmam.bırakamayacağım şey de “bana bağlanırsın bak ,diyim sana “ diye göz kırpar hep..kırmızı uyarı levhasını görünce de sıvışırım ordan ..:)) sigara mı..bağlı değilim ki..istesem bırakırım aylarca içmem ..pehh ..ne ki ..tütün bildiğin..
seviyorum galiba sigarayı..özendirici olmasın diye hemen ekleyeyim: "SİGARA SAĞLIĞA ZARARLIDIR.."
Kırmızısına yandığımın Marlboro’su be..
Büyükannemlerle yaşamaya başladığım ilk gün, mahallenin ilerisindeki eski yapıyı keşfetmiştim.Hemen ilk gün…Eski yöresel evlerden ,hani “konak” derlermiş eskiden şimdilerin değme dublex,triplex evlere değişmem konforunu..
Artık yaşayacağım apartman dairesine çıkarken, gözüm sürekli o evdeydi..ki üzerine binlerce hikaye yazabilirdim: Mesela içinde periler olabilirdi..ya da zamanında bi cinayet işlenmiş kimse sebebini bulamamış,ev sahibi kurbanın hayaleti, benimle temasa geçebilirdi..ya da annem ve babamın henüz yeni göç etmiş ruhlarını orda görebilirdim..neler ve neler yazabilirdim valla..:)) sürekli pencereden takip ediyordum ..perdeleri oynadıkça " evettt .." diyordum .aradığım adrenalin..
Hayallerimin yıkıldığı an ise ,çok geçmeden gerçekleşti.Büyükannem yaptığı dolmaların ve su böreğinin üzerine örttüğü dantel kenarlı peçeteyle / ki her bi haltta danteller vardı bu nedenle sanırım benim evimde tek bi örtü bile yook:) / ,yün öreceği şişleri ve ipi alıp ,"hadi bakalım arkadaşıma çaya gidiyoruz." dedi..arkadaşının eviymiş orası..ağır naftalin kokusu dolu eve girdik ahşap ,cilalı ve bakımlı kapıdan..alt katta avlu dedikleri geniş bir alan vardı.sağlı sollu kapılar ..banyo,lavabo...,üst kata çıkan ,ağaç ağaç kokan basamaklar..yürürken çivilerin gıcırtısı duyulurdu..üst katta geniş bir salon .çok güzel döşenmiş,çok temiz… Ferah yüksek tavan..ve bir üst kat da teras..orası muhteşemdi..makbule teyzenin konağı:)))
Bütün günü evi incelemekle geçirdim ve hayatımda önemli bir yeri olacak olan o konağın her santimetre karesine dokundum galiba..kokusunu hala hissederim.
Makbule Teyze, Osmanlı bir teyzeydi. Hani söylerken üstüne bastırarak "osssssmanlıı " dedikleri şekilde. Arapça, Farsça, Osmanlıca, Fransızca bilir, kedi biblolarıyla süslerdi her yeri. Evde, başlarında fes, omuzlarında apolet, bıyıklı bıyıklı adamların resimleriyle dolu köşeler vardı. Hemen her yerde siyah beyaz resimler. Önlerinden geçerken saygı duruşunda durmak isterdiniz.
Yurt dışında yaşayan torunları yaz boyu onda kalırlardı ve benim için en muhteşem mevsimdi yaz..yaşları bana yakın ,sırf yabancı ülkelerdeki çocuk parası için dünyaya getirilmiş bi sürü çocuk)) kutsal amaçları doğrultusunda anne babaya gelir sağlarken bir yandan da benim için hayatımın değiştiği o noktanın hayal kahramanları oldular.yaşlılarla dolu münzevi bir mahallenin ,akşamları yaşlıların taş plak sohbetleriyle içtikleri çayın ,naftalin kokulu sandıkların,dörtbinbeşyüzseksenbir yıldır yeri değişmeyen koltuğun /lanet olası/ arasında Benjamin buton dan beterdim be..
Ama yaz mevsiminde, geldiklerinde onlar, her şey değişirdi,zaten doğasında haytalık olan ben ,birde o kıvılcımı tutuşturacak çalı çırpı bulunca …: ))))
biraz daha büyümeye başladıkça bizim hayatımızın vazgeçilmezi olmuştu ,makbule teyze ve evi..artık genç kız oluyordum ,arkadaşlarla sahile kaçmak gerekliydi tabi..bahanem olurdu orda kalmak..şarabımı ,sigaramı saklayacağım yerdi teras..:)))
torunları yaz tatilinde gelince ,onların gelmesine yakın depolanmış şarap ve sigaralar zulalardan çıkarılır gece yarısından sonra mehtaba karşı içilirdi yayıla yayıla..
yıllar geçtii.Büyüdük..herbirimiz birer yerlere dağıldık..üniversite okumak ve evden uzaklaşmak için uzak diyarlara gidildi..büyükler kaldılar yine saklı çeyiz bohçalarında..merak ederim hep, hiç ordan uzaklaşmak istemediler mi?.
ben ölmek için gideceğim tekrar.ama şimdi değil..ya da oğlum büyüyene kadar..
kırmızısına yanığım marlboro tek keyfimdi..ergenlik dönemlerimdi.anlatacak kimse yoktu.paylaşacak kimse....erkenden uyuyan ,tansiyon hapları konusunda birbirine destek olup ayrı ayrı yataklarda kardeş kardeş uyuyan iki ihtiyardan başka dinleyicim de yoktu .ben dinleyici mi dedim .kınıyorum kendimi..
ohhhh kalırdım makbule teyzede,mis gibi beyaz sabun kokulu çarşafların arasında…erkenden uyurdu zaten ..çıkardım terasaaa.sigaramı sevgilimi öpermiş gibi taşırdım dudaklarımın arasında.öyle özel..
yapacaklarım ve yapmayacaklarımı belirlemeye başlar, sonra tüm planların ve kuralların alayına küfreder,bildiğim gibi yaşamayı hayal ederdim..
o kızı özledim galiba..biraz harekete ihtiyacım var....de hadin bakalııım o halde..
seviyorum galiba sigarayı..özendirici olmasın diye hemen ekleyeyim: "SİGARA SAĞLIĞA ZARARLIDIR.."
Kırmızısına yandığımın Marlboro’su be..
Büyükannemlerle yaşamaya başladığım ilk gün, mahallenin ilerisindeki eski yapıyı keşfetmiştim.Hemen ilk gün…Eski yöresel evlerden ,hani “konak” derlermiş eskiden şimdilerin değme dublex,triplex evlere değişmem konforunu..
Artık yaşayacağım apartman dairesine çıkarken, gözüm sürekli o evdeydi..ki üzerine binlerce hikaye yazabilirdim: Mesela içinde periler olabilirdi..ya da zamanında bi cinayet işlenmiş kimse sebebini bulamamış,ev sahibi kurbanın hayaleti, benimle temasa geçebilirdi..ya da annem ve babamın henüz yeni göç etmiş ruhlarını orda görebilirdim..neler ve neler yazabilirdim valla..:)) sürekli pencereden takip ediyordum ..perdeleri oynadıkça " evettt .." diyordum .aradığım adrenalin..
Hayallerimin yıkıldığı an ise ,çok geçmeden gerçekleşti.Büyükannem yaptığı dolmaların ve su böreğinin üzerine örttüğü dantel kenarlı peçeteyle / ki her bi haltta danteller vardı bu nedenle sanırım benim evimde tek bi örtü bile yook:) / ,yün öreceği şişleri ve ipi alıp ,"hadi bakalım arkadaşıma çaya gidiyoruz." dedi..arkadaşının eviymiş orası..ağır naftalin kokusu dolu eve girdik ahşap ,cilalı ve bakımlı kapıdan..alt katta avlu dedikleri geniş bir alan vardı.sağlı sollu kapılar ..banyo,lavabo...,üst kata çıkan ,ağaç ağaç kokan basamaklar..yürürken çivilerin gıcırtısı duyulurdu..üst katta geniş bir salon .çok güzel döşenmiş,çok temiz… Ferah yüksek tavan..ve bir üst kat da teras..orası muhteşemdi..makbule teyzenin konağı:)))
Bütün günü evi incelemekle geçirdim ve hayatımda önemli bir yeri olacak olan o konağın her santimetre karesine dokundum galiba..kokusunu hala hissederim.
Makbule Teyze, Osmanlı bir teyzeydi. Hani söylerken üstüne bastırarak "osssssmanlıı " dedikleri şekilde. Arapça, Farsça, Osmanlıca, Fransızca bilir, kedi biblolarıyla süslerdi her yeri. Evde, başlarında fes, omuzlarında apolet, bıyıklı bıyıklı adamların resimleriyle dolu köşeler vardı. Hemen her yerde siyah beyaz resimler. Önlerinden geçerken saygı duruşunda durmak isterdiniz.
Yurt dışında yaşayan torunları yaz boyu onda kalırlardı ve benim için en muhteşem mevsimdi yaz..yaşları bana yakın ,sırf yabancı ülkelerdeki çocuk parası için dünyaya getirilmiş bi sürü çocuk)) kutsal amaçları doğrultusunda anne babaya gelir sağlarken bir yandan da benim için hayatımın değiştiği o noktanın hayal kahramanları oldular.yaşlılarla dolu münzevi bir mahallenin ,akşamları yaşlıların taş plak sohbetleriyle içtikleri çayın ,naftalin kokulu sandıkların,dörtbinbeşyüzseksenbir yıldır yeri değişmeyen koltuğun /lanet olası/ arasında Benjamin buton dan beterdim be..
Ama yaz mevsiminde, geldiklerinde onlar, her şey değişirdi,zaten doğasında haytalık olan ben ,birde o kıvılcımı tutuşturacak çalı çırpı bulunca …: ))))
biraz daha büyümeye başladıkça bizim hayatımızın vazgeçilmezi olmuştu ,makbule teyze ve evi..artık genç kız oluyordum ,arkadaşlarla sahile kaçmak gerekliydi tabi..bahanem olurdu orda kalmak..şarabımı ,sigaramı saklayacağım yerdi teras..:)))
torunları yaz tatilinde gelince ,onların gelmesine yakın depolanmış şarap ve sigaralar zulalardan çıkarılır gece yarısından sonra mehtaba karşı içilirdi yayıla yayıla..
yıllar geçtii.Büyüdük..herbirimiz birer yerlere dağıldık..üniversite okumak ve evden uzaklaşmak için uzak diyarlara gidildi..büyükler kaldılar yine saklı çeyiz bohçalarında..merak ederim hep, hiç ordan uzaklaşmak istemediler mi?.
ben ölmek için gideceğim tekrar.ama şimdi değil..ya da oğlum büyüyene kadar..
kırmızısına yanığım marlboro tek keyfimdi..ergenlik dönemlerimdi.anlatacak kimse yoktu.paylaşacak kimse....erkenden uyuyan ,tansiyon hapları konusunda birbirine destek olup ayrı ayrı yataklarda kardeş kardeş uyuyan iki ihtiyardan başka dinleyicim de yoktu .ben dinleyici mi dedim .kınıyorum kendimi..
ohhhh kalırdım makbule teyzede,mis gibi beyaz sabun kokulu çarşafların arasında…erkenden uyurdu zaten ..çıkardım terasaaa.sigaramı sevgilimi öpermiş gibi taşırdım dudaklarımın arasında.öyle özel..
yapacaklarım ve yapmayacaklarımı belirlemeye başlar, sonra tüm planların ve kuralların alayına küfreder,bildiğim gibi yaşamayı hayal ederdim..
o kızı özledim galiba..biraz harekete ihtiyacım var....de hadin bakalııım o halde..
YENİYIL
anlatmış gene: penelope - 4 Ocak 2010 Pazartesi
evet... Yeni yıl eskimeye yüz tutuyor bile.
sevmem özel kutlamaları ...özel olmayanlarını da..kutlamalar bana neden bilmem sahte gelir.törenler-merasimler-seremoniler...adı neyse ,ne şekilde söylenirse..
Yeni yılı neden kutladığımı düşünürüm mesela:
— çok iyi bi yıl geçti sonuda güzel olsun, de haydeeen bakalım?
*hayır iyi geçmedi ..en azından çok değildi..sıradandı.
—boktan bi yıl oldu lan anasını satayım defoldu gitti bee ohhh bitti çok şükür, de haydenn bakalım?
*hayır, boktan da değildi. Öyle olsaydı da bunu göbek atarak söylemezdim sanırım aptalca olurdu.
-yeni yıla nasıl başlarsan öyle girersin birader..oynaya oynaya girelim de yıl boyu 365 gün ve altı saat oynayalım ,ne dersin ha...de haydeen bakalımm?
*yoruma gerek duymayacaktım ki tam beni dellendiren bir noktaya temas edesim geldi..
yahu bu şehir efsanesini kim uydurduysa onun ben.."nası girersen öyle geçer.." yani tam 12 yi keyifli denk getirebilmek için insanların verdiği emeğe bak be..adam mide fesatı geçirecek öyle yemiş öyle içmiş ki ,ama 12 olmak üzere aman yıl boyu bu halde geçmesin diye eller havaya hobaaaaa ...lan kimi kandırıyosun miden patlayacak ,gerginsin abi...
hele yahu insansın ya tam o an tuvaletteysen nooolucak:
"Necmettin abi ...hadiii..bak geriye doğru sayıyoruz ..abi çabuk çık..abi..5..abiii.4..3..2..abiiiiiii...1...s.çtın abi..yani bu kez harbi harbi s.çtın..artık 365 gün tuvalettesin abi.prostat mı olursun, barsak enfeksiyonlarına mı tutulursun ..abi dedim sana iki dakka tut şurda 12 ye ne kalmıştı..."
"lan napıııiim oluum dayadınız iç abi iç abi..napaydım altıma mı edicem..hay ben bu şansın ...yapıcak bişe yok artık napalım .."
....
bi de bi kırmızı don muhabbeti vardır ..böööğğğğğğ..Coca cola yıllar önce reklam kampanyası diye santa nın sıradan kostümünü kırmızı beyaz ve siyah renklerle kullanmış diye ,kırmızılı Noel baba reklamını dayayan ticari zeka,aynı kırmızıyı bu kez don yapıp "ehem ehem son derece sevgili abilerim ablalarım ..ahanda bu gördüğünüz kırmızı donları kim ki yılbaşı gecesi giyerde anlarsınız ya işteee ondan yaparsa aman ne uğur getiriyor aman ne uğurr.." çığırtkanlığına soyunuyor..büyük mağazalar bu ticari oyunun birer parçası olarak dağıtıyor da dağıtıyor dantelli kırmızıları ve bi tane kadın alıcı yok erkekler ağızlarından akan salyalarla saldırıyorlar donlara..pes doğrusu..
hayır giyicen de nolucak kırmızı donu.her gece ya da en kötü ihtimalle iki gecede bir seviştiğin adam seni kırmızı donla görünce " amannın hayır hayır gözlerime inanamıyorum sevgilim, bu sen misin aynı liv Taylor.." mu diyecek..ya da " anaaaam sevgilim bu donu giydin ya senin neredeyse beni yiyicek popon var ya aniden biyoons un kıçına döndü ..yaşasın yılbaşı büyüsü ve yaşasın bedava kırmız don.." mu diyecek..
tekmilimiz toptan salak mıyız ..?
adettendir tombala oynayanlar var di mi.Rahmetli büyükbabam ve büyükannem oynarlardı ..kabustu benim için..çinko diye bişey var..ne alakysa..bi de üst kat komşuları gelir..birinci çinko..teyzem ,kuzenler..ikinci çinko..sevimsiz eniştem gelir..tombala be..
hayatımın kabusu..meyve suyuna şarap karıştırmayı yılbaşında öğrendim.rakıyı susuz içmeyi yılbaşında öğrendim .sigarayı aspiratör altında içmeyi doğduğumdan beri biliyordum galiba..ama yılbaşlarında büyükbaba evi dopdolu olduğundan kalabalıkta yakalanma riskine karşılık yapılmış bu kamuflaj yüzünden onu da yılbaşında öğrenilenler kayıtlarıma katıyorum galiba..
sevmiyorum tabi yeni yıl eğlencelerini.o nedenle de yapmıyorum ..ama oğlum bu yıl artık normal insanlar gibi bir kutlama istediğinden bahsedince ve hatta en anlamsız olan şu hindi meselesini gündeme getirince -en çok da karşı komşu kadın var ya zırt pırt bize yemek getiren ,hani örnek anne,onun hindi getirmesinden korktuğumdan galiba,"ee hadi efe bey ..beraber yapalım alışverişi " dedik.ve işte aptal yılbaşı alışverişlerinden birini gerçekleştirdik..pişirme işini anlatmayım hiç tadınız kaçmasın..len bu ne menem bişeymiş pişir pişir pişmiyor..neyse işte bi iki meze ,biraz meyve, kuruyemiş derken baya aile gibi olduk..iki kişilik bir aile ama ordu doyacak kadar yemek..
sırf o mutlu olsun diye tabii.yoksa bana kalsa salarım kendimi koltuğa ,ohhh miss gibi bi kaç dvd ..yarın tatill uyu abi 12 ye kadar ..bundan iyisi bilemiyorum artık nerenin nesi..
oğlumun memnun kaldığını hissettim tabi.pek becerikli bi aşçı olduğum söylenemez ama onun için uğraştığımı fark etmesi ,gülmesi ,dalga geçmesi muhteşem oldu..
sonra uzandık birlikte kanepeye ,kapadık ışıkları..eski konser kayıtlarını izledik..queen sevdiğimi artık biliyorsun ,ya da nirvana,beatles..mıcahel jackson da ,ya da ozzy osborne bile..eski konser kayıtlarını izledik birlikte..şarkıların ,şarkıcıların hikayelerini anlattım ona kolumda yatarken ..ilgiyle dinliyor..muhteşem resim yapar..sanatçı bir ruhu var..gitar çalar..oğlum diye demiyorum bana benzemiyor:)))yetenekli bi çocuk o..benim de sesim fena değil ne yani:))))(reklamlarrr)
müzik zevkini benden almış..ukala bir öğretmeni var.ona göre zamane çocuklarının hepsi ismail yk..dinleyen zavallı embesiller.çocuklara fırsat vermiyor, sürekli aşağılıyor..dersin birinde öğretmeni yine aşağılarken "80 kuşağı,68 ruhu " diye anlatmaya başladığında arkadaşına doğru eğilen oğlumu yakalamış:
—sen ..neden müzik dersini ciddiye almıyorsun..ha..çok mu zekisin ..
—yok ,hocam .dersi ciddiye alıyorum.
—o halde neden dinlemiyorsun konuşuyorsun..
—yok hocam..siz 80 ler diyince ben de arkadaşa onlardan bahsedecektim.
—kimden ..80 ler deyince senin anlatacak neyin var..olsun olsun voltran ,uçan kaz filan bahsedicen ..onu da tenefüste bahset..
—yok, hocam, müzikle ilgiliydi.
—bak bak bak...yavruum o zaman ismail yk yoktu sen ne bahsedicen
—-yok hocam zaten ben de Pink Floyd dan bahsediyordum..ama siz sanırım hep ismail yk dinliyorsunuz ..hep aynı ismi söyleyip duruyorsunuz da..
burayı anlatırken benim takıldığım tek şeyi sordum tabi: " neden durmadan yok hocam diye cümleye başlıyosun.."
“anne o kadar şey anlattım burda mı kaldın yani ..bu mudur?.”
"tamam ..devam et sustum.."
..bu kısmı anlatırken savaş kazanmış bir general edasıyla ayağa kalkıyor böyle başı gerilerde babasına çeken en iyi tarafı olan uzun boyu ve güzel fiziğiyle böyle komutan Aşil gibi :
—hocam arkadaşa diyordum ki : 80 lerden en sevdiğim Pink Floyd’dur ..netice de ne hard ne punk ne de soft diyebilirsin ona..tam bir sentez bana göre..
tabii alkışladım oğlumu..ukalanın tekidir ama bazen sıkı cevaplar verir.
hoca tabii utanmıştır çocuklarla konuşmadan onları aşağıladığı için..bilemiyorum tabii.
işte bunlarla geçen yeni yıl gecesinden sonra kollarımda uyuyan delikanlıya sımsıkı sarıldım öptüm saçlarından kokladım : " 5...4...3..iyi ki varsın oğlum..2...1.." heyooooo..
hadi bakalım delikanlı kolum ağrıdı yatağına kalk bakalım..
"anne ya bu gece yılbaşı.."
"eeee..yanii…..biraz önce 2010 olduk..yani o saçmalık bitti..bu demek oluyor ki hayatımızın rutinlerine geri döndük..."
"mükemmelll.."
"söylenme ve yürüüü.."
napalım yanii..bekar annelerin yılbaşı kutlaması budur..
sevmem özel kutlamaları ...özel olmayanlarını da..kutlamalar bana neden bilmem sahte gelir.törenler-merasimler-seremoniler...adı neyse ,ne şekilde söylenirse..
Yeni yılı neden kutladığımı düşünürüm mesela:
— çok iyi bi yıl geçti sonuda güzel olsun, de haydeeen bakalım?
*hayır iyi geçmedi ..en azından çok değildi..sıradandı.
—boktan bi yıl oldu lan anasını satayım defoldu gitti bee ohhh bitti çok şükür, de haydenn bakalım?
*hayır, boktan da değildi. Öyle olsaydı da bunu göbek atarak söylemezdim sanırım aptalca olurdu.
-yeni yıla nasıl başlarsan öyle girersin birader..oynaya oynaya girelim de yıl boyu 365 gün ve altı saat oynayalım ,ne dersin ha...de haydeen bakalımm?
*yoruma gerek duymayacaktım ki tam beni dellendiren bir noktaya temas edesim geldi..
yahu bu şehir efsanesini kim uydurduysa onun ben.."nası girersen öyle geçer.." yani tam 12 yi keyifli denk getirebilmek için insanların verdiği emeğe bak be..adam mide fesatı geçirecek öyle yemiş öyle içmiş ki ,ama 12 olmak üzere aman yıl boyu bu halde geçmesin diye eller havaya hobaaaaa ...lan kimi kandırıyosun miden patlayacak ,gerginsin abi...
hele yahu insansın ya tam o an tuvaletteysen nooolucak:
"Necmettin abi ...hadiii..bak geriye doğru sayıyoruz ..abi çabuk çık..abi..5..abiii.4..3..2..abiiiiiii...1...s.çtın abi..yani bu kez harbi harbi s.çtın..artık 365 gün tuvalettesin abi.prostat mı olursun, barsak enfeksiyonlarına mı tutulursun ..abi dedim sana iki dakka tut şurda 12 ye ne kalmıştı..."
"lan napıııiim oluum dayadınız iç abi iç abi..napaydım altıma mı edicem..hay ben bu şansın ...yapıcak bişe yok artık napalım .."
....
bi de bi kırmızı don muhabbeti vardır ..böööğğğğğğ..Coca cola yıllar önce reklam kampanyası diye santa nın sıradan kostümünü kırmızı beyaz ve siyah renklerle kullanmış diye ,kırmızılı Noel baba reklamını dayayan ticari zeka,aynı kırmızıyı bu kez don yapıp "ehem ehem son derece sevgili abilerim ablalarım ..ahanda bu gördüğünüz kırmızı donları kim ki yılbaşı gecesi giyerde anlarsınız ya işteee ondan yaparsa aman ne uğur getiriyor aman ne uğurr.." çığırtkanlığına soyunuyor..büyük mağazalar bu ticari oyunun birer parçası olarak dağıtıyor da dağıtıyor dantelli kırmızıları ve bi tane kadın alıcı yok erkekler ağızlarından akan salyalarla saldırıyorlar donlara..pes doğrusu..
hayır giyicen de nolucak kırmızı donu.her gece ya da en kötü ihtimalle iki gecede bir seviştiğin adam seni kırmızı donla görünce " amannın hayır hayır gözlerime inanamıyorum sevgilim, bu sen misin aynı liv Taylor.." mu diyecek..ya da " anaaaam sevgilim bu donu giydin ya senin neredeyse beni yiyicek popon var ya aniden biyoons un kıçına döndü ..yaşasın yılbaşı büyüsü ve yaşasın bedava kırmız don.." mu diyecek..
tekmilimiz toptan salak mıyız ..?
adettendir tombala oynayanlar var di mi.Rahmetli büyükbabam ve büyükannem oynarlardı ..kabustu benim için..çinko diye bişey var..ne alakysa..bi de üst kat komşuları gelir..birinci çinko..teyzem ,kuzenler..ikinci çinko..sevimsiz eniştem gelir..tombala be..
hayatımın kabusu..meyve suyuna şarap karıştırmayı yılbaşında öğrendim.rakıyı susuz içmeyi yılbaşında öğrendim .sigarayı aspiratör altında içmeyi doğduğumdan beri biliyordum galiba..ama yılbaşlarında büyükbaba evi dopdolu olduğundan kalabalıkta yakalanma riskine karşılık yapılmış bu kamuflaj yüzünden onu da yılbaşında öğrenilenler kayıtlarıma katıyorum galiba..
sevmiyorum tabi yeni yıl eğlencelerini.o nedenle de yapmıyorum ..ama oğlum bu yıl artık normal insanlar gibi bir kutlama istediğinden bahsedince ve hatta en anlamsız olan şu hindi meselesini gündeme getirince -en çok da karşı komşu kadın var ya zırt pırt bize yemek getiren ,hani örnek anne,onun hindi getirmesinden korktuğumdan galiba,"ee hadi efe bey ..beraber yapalım alışverişi " dedik.ve işte aptal yılbaşı alışverişlerinden birini gerçekleştirdik..pişirme işini anlatmayım hiç tadınız kaçmasın..len bu ne menem bişeymiş pişir pişir pişmiyor..neyse işte bi iki meze ,biraz meyve, kuruyemiş derken baya aile gibi olduk..iki kişilik bir aile ama ordu doyacak kadar yemek..
sırf o mutlu olsun diye tabii.yoksa bana kalsa salarım kendimi koltuğa ,ohhh miss gibi bi kaç dvd ..yarın tatill uyu abi 12 ye kadar ..bundan iyisi bilemiyorum artık nerenin nesi..
oğlumun memnun kaldığını hissettim tabi.pek becerikli bi aşçı olduğum söylenemez ama onun için uğraştığımı fark etmesi ,gülmesi ,dalga geçmesi muhteşem oldu..
sonra uzandık birlikte kanepeye ,kapadık ışıkları..eski konser kayıtlarını izledik..queen sevdiğimi artık biliyorsun ,ya da nirvana,beatles..mıcahel jackson da ,ya da ozzy osborne bile..eski konser kayıtlarını izledik birlikte..şarkıların ,şarkıcıların hikayelerini anlattım ona kolumda yatarken ..ilgiyle dinliyor..muhteşem resim yapar..sanatçı bir ruhu var..gitar çalar..oğlum diye demiyorum bana benzemiyor:)))yetenekli bi çocuk o..benim de sesim fena değil ne yani:))))(reklamlarrr)
müzik zevkini benden almış..ukala bir öğretmeni var.ona göre zamane çocuklarının hepsi ismail yk..dinleyen zavallı embesiller.çocuklara fırsat vermiyor, sürekli aşağılıyor..dersin birinde öğretmeni yine aşağılarken "80 kuşağı,68 ruhu " diye anlatmaya başladığında arkadaşına doğru eğilen oğlumu yakalamış:
—sen ..neden müzik dersini ciddiye almıyorsun..ha..çok mu zekisin ..
—yok ,hocam .dersi ciddiye alıyorum.
—o halde neden dinlemiyorsun konuşuyorsun..
—yok hocam..siz 80 ler diyince ben de arkadaşa onlardan bahsedecektim.
—kimden ..80 ler deyince senin anlatacak neyin var..olsun olsun voltran ,uçan kaz filan bahsedicen ..onu da tenefüste bahset..
—yok, hocam, müzikle ilgiliydi.
—bak bak bak...yavruum o zaman ismail yk yoktu sen ne bahsedicen
—-yok hocam zaten ben de Pink Floyd dan bahsediyordum..ama siz sanırım hep ismail yk dinliyorsunuz ..hep aynı ismi söyleyip duruyorsunuz da..
burayı anlatırken benim takıldığım tek şeyi sordum tabi: " neden durmadan yok hocam diye cümleye başlıyosun.."
“anne o kadar şey anlattım burda mı kaldın yani ..bu mudur?.”
"tamam ..devam et sustum.."
..bu kısmı anlatırken savaş kazanmış bir general edasıyla ayağa kalkıyor böyle başı gerilerde babasına çeken en iyi tarafı olan uzun boyu ve güzel fiziğiyle böyle komutan Aşil gibi :
—hocam arkadaşa diyordum ki : 80 lerden en sevdiğim Pink Floyd’dur ..netice de ne hard ne punk ne de soft diyebilirsin ona..tam bir sentez bana göre..
tabii alkışladım oğlumu..ukalanın tekidir ama bazen sıkı cevaplar verir.
hoca tabii utanmıştır çocuklarla konuşmadan onları aşağıladığı için..bilemiyorum tabii.
işte bunlarla geçen yeni yıl gecesinden sonra kollarımda uyuyan delikanlıya sımsıkı sarıldım öptüm saçlarından kokladım : " 5...4...3..iyi ki varsın oğlum..2...1.." heyooooo..
hadi bakalım delikanlı kolum ağrıdı yatağına kalk bakalım..
"anne ya bu gece yılbaşı.."
"eeee..yanii…..biraz önce 2010 olduk..yani o saçmalık bitti..bu demek oluyor ki hayatımızın rutinlerine geri döndük..."
"mükemmelll.."
"söylenme ve yürüüü.."
napalım yanii..bekar annelerin yılbaşı kutlaması budur..
ESKİ,SARARMIŞ VE ÖLÜ
anlatmış gene: penelope -
SAKLANBAÇ
saklına dokunmak değil ama belki sen yokken kurcalamak niyeti kadının,
saklının senin saklın oluşu cezbetmiş onu.
nedir daha güzel ve özel olan merak ediyor:
dudakların değdi mi saklına, ellerin arasına mı aldı kavradı mı ,sıktı mı..
iç mi çekti sararken .
ensesine, kulak memesine değdi mi nefesi ılılkça.
merak etti kadın,açtı saklıyı .
saklı sapasaklıymış meğer : matruşkaların içinde kutu,kutu,kutu...
nerde bu saklı.
iyi saklanmış.
kadın oturdu saklının yanına, ellerini başının arasına aldı,dizlerini çekti karnına.
karar verdi saklıya dokunmamaya.
ve dahası saklanmaya .
karar verdi onun hayatında bir saklı olmaya .
şurdaki kadar özel, şurdaki kadar saklı.
"sakla beni saklayabileceğin en saklı yerde .
bir yer biliyorum ben örneğin : sağ elinin başparmağının ilk boğumunda.
arada bir özledikçe masana koy dirseğini, başparmagını getir, dudaklarının üzerine öpüşelim orda kimse farketmez.
ii saklanmış mıyım dersin.?
önüm arkam sağım solum sobe! saklandım ben ...şşşşşşt.söleme yerimi kimseye."
...........
bu kadar sevmiş miyim bunları yazarken ..ne küçük ve ne temizmişim..ya da ne küçük ve ne saf.
yahut ne küçük ne aşık,
kimbilir belki ,ne küçük ve ne aptal.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)
BU BLOG ASLINDA;
biraz günlük ..çokça dün'lük ..ama hepten deli saçması..
sahibinin histerik çıkarımlarından oluşmuş bilog.
sahibinin histerik çıkarımlarından oluşmuş bilog.
penelope saklı sandık
herbişey
bi sonraki bölümde..
.