PENELOPE ZAMAN MAKİNASI
anlatmış gene: penelope - 10 Şubat 2010 Çarşamba
DÜNDEN
Yaz tatillerinde bir bahane ile kasabaya gitmiyordum. Derslerle ilgili staj yapacağımı, bazı yerlerde çalışmam gerektiğini söylüyor, bi on beş gün için belki uğramayı vaat ediyor, bir şekilde oradan kurtuluyordum. Sevmekten ziyade, mecburi arkadaşım olan, Makbule Teyze’nin yurt dışındaki torunlarının, kasabaya geleceği günlere denk getiriyordum o “bi kaç” günü de. Onlar da geldiklerinde Marmaris’ten bu tarafa gelemezlerdi bir türlü, bu da işime gelirdi.
Neden gitmek istemediğimi tam olarak bilmiyorum. Babamla zaten kopuklarmış “büyükailem” İngilizcede “grandparents” derler ya, görmemişlik olsun diye onlara böyle diyeyim ben de. Babamla zaten kopuklarmış. Ben de de %50 gördükleri kan bağına karşı, hani o filmlerdeki gibi sarılıp öpen, ninniler ve masallar söyleyen büyüklerden değildiler. Hayatları hep aynı düzenle devam ediyorken, bu hayatın içine yeni birini, bir baş belasını, mecburiyetten de olsa eklemek… Onların binbeşyüzyıldır hiç değişmeyen düzenlerinin değişmesi demekti. Bizimkiler ki dış kapının önündeki paspas ve gazetelik bile benden yaşlıyken, yani yüzyıllardır onları kullanıyorken, değiştirmemişken, paspastan daha köklü bir değişikliğe canları sıkılmıştır muhakkak. Ki komşularının “illallah” dedikleri bir baş belası değişiklik değil, kâbus sayılırdı.
Mutfağın önünde kulaklarımı eşşşek kulağı kadar çekiştiren dede hazretleri, hanımefendi karısına döner:
“hanım, ayağına taş bağlayıp denize atalım diyorum sana yahu..inan bana vatana millete hizmettir:.” derdi. Hanımefendi de yüzünü dahi çevirmeden porselenlerini kurulamaya devam eder,
“Bey. Odasına gitsin. Akşama da yemek yok.”
diyerek nispeten daha vicdani bi karar verirdi. Birbirlerinden ve köklü komşularından oluşan dünyaları için ben , “ahir ömürlerinde Tanrının onlara verdiği bir imtihan”dım. Düşünsenize, hayatları sahile karşı gramofon eşliğinde, sevdikleriyle tavla oynayarak, dedikodu yapıp birbirlerine kurabiye tarifi vererek geçiyorken, birden bire koştur koştur okula çağrılıp:
“dilber sultan..penelope bu gün “bıdıbıdı”nın ağzını gözünü dağıtmış.onu ayırmak isteyen arkadaşının da kolunu ısırmış.sonra derste öğretmeni “sayın her şeyi bilen”i makaraya almış,saygısızca davranmış.gözlerini boyayarak okula geliyormuş.saçlarını toplamıyormuş.gömleğin düğmelerini tee neresine kadar açıyormuş .derslerinde bu kadar başarılı olan bi çocuğun sosyal hayatı nasıl bu kadar berbat olabilirmiş.” şikayetleriyle allak bullak olsun.
Gereğimi düşünmek üzere teslim edilirdim Dilber Sultan’a, Dilber Sultan da gereğimi defalarca düşünürdü.
Şimdiyse işi-gücü, dersi bahane ederek uzaklarda kalmak iyi geliyordu. Hem de ev arkadaşları memleketlerine dönmüşken, evde yalnızken. Kendi dünyamı seviyordum. Hafta sonları sinemaya gidiyor, çok sevdiğim bir cafe de yemek yiyor, sıkı parçalar çalan bir rockbar ‘da sevdiğim müzikleri dinliyor, içiyor, evde de çok sevdiğim kitaplarımı okuyordum. Neredeyse küçük bi kütüphanem olmuştu. Ama hazırdan yemek biraz sıkıntı vermeye başlayınca, hem de gündüzleri yataktan çıkıp bişeyler yapmak isteyince, çaktırmadan sağda solda iş ilanlarına bakmaya başladım. Kimseye bişey dediğim de yoktu ama bakıyordum öyle. Ne yapabilirim diye. Nedense hiçbir şeyi de kendime uygun görmüyordum. Yoo, işleri bana fazla görüyordum, yapamam herhalde, yook beceremem galiba, diyordum. Üzerinden de bir süre geçti fikrimin.
…………
Sinemaya her gidişimde, sinemanın çıkışındaki kitapçıya muhakkak girerdim. bi kaç gün önce de yeni bir kitap almıştım hatta. Raflara göz gezdiriken, yanıma geldi "öncekini bitirdiniz mi?" diye sordu. Sadece gülümsedim. Onu ne zaman görsem gülümsemek gelirdi zira içimden. Karikatür gibi gelirdi bana. Dükkân sahibi Ragıp Bey: atkuyruklu, kumral, açık tenli, hastalıklı gibi zayıf, çenesindeki bi tutam sakalıyla beni gülümsetirdi.
—öğrenci misinz?
—evet.
— buralı mısınız?
—hayır.
—okul tatil değil mi?
—evet.
—o halde memlekete gitmeyecek misiniz?
—hayır
Yanındaki arkadaşına dönüp:
—bak Nazif.hayallerimdeki kız.evet ve hayır ..başka bi kelimesi yok..muhteşem değil mi?
: )))))))))
—okul tatil oldu. Memlekete gitmedim. burdayım. İş arıyorum.
—hangi bölümde okuyorsunuz siz?
—XYZ fakültesinde. ABC üniv.
—yakın da yani… Bizimle çalışsana sen.!
—vallaha mı?
Nedense çok güldü bu tepkime. Ve dönüp:
—bak Nazif, kuracağım cümleyi yaz bi yere.”vallaha!!”
…
Çalışmaya başladık böylece bizde Ragıp beyle. “Komi Ragıp “, derdi arkadaşları.”komünist Ragıp’ın kısaltılmışı. Öyle söylemleri olurdu ki bazen, dağlara taşlara vurasın gelirdi kendini. Memleketi sevmeyi belki ondan öğrenmiş olabilirim. Ülkemi seviyorum. Her ne kadar ideoljık olarak aynı safta yer almasak da, onun hala var olduğunu sandığı hümanist duyguların hayranıydım. Saçlarının da.36 yaşındaydı ben onu tanıdığımda. o zaman öyle büyük gelirdi ki o yaş bana .”Ragıp abi sana aşık mıdır nedir? “ dese biri “ooohaaaa, adam 36 yaşında bee “derdim. Şimdi 32 olmuş ben… Daha dün doğmuşum gibi geliyor oysa.
Beni çok sevmişti evet. Öyle aşk meşk tadında değil tabi. Sadece dinliyor olmamı severdi. Nedense sürekli konuşan ben onu sadece dinlerdim. Belki birilerini dinlemeye ihtiyacım vardı ve bünye maalesef dinlemeye alışık değildi. Kitap okumayı da bundan seviyordum: okumuyor, dinliyordum galiba. Bana anlatıyordu yazar. Gitmediğim yerleri tarif ediyordu bana. Bilmediğim şeyleri anlatıyor, öğretiyordu. Çocukken “demiryolu çocukları,” “pal sokağı çocukları “ gibi kitaplarda ya da ne bileyim Jules Verne ‘in her kitabında mesela, her birini yaşıyor gibi hissederdim. Bittiğindeyse ağlamak gelirdi içimden. Boşlukta gibi olurdum.
Genç kızdım Edmunt Dantes’i okuduğumda: Breh breh breh.:Monte Cristo kontu..cesaret verirdi. Her şeyin değişebileceğini anlatırdı.
Şimdiyse dükkânın bir yerindeki muhteşem berjere kurulur, her seferinde bir kitabı -satın almadan hem de – okurdum. Kitap almaya gelenlerle muhabbet ederdim. Kitap üzerine konuşurlardı, hoşuma giderdi kitle. O zaman bu satanist görünümlü tipler yoktu ama onların atası sayabileceğimiz uzun saçlı, kâkülleri gözlerini kapatan, çok yüzüklü -bakınız benim gibi-siyah giyen adamlar vardı. Şimdikilere göre daha normal sayılabilirler evet ama o zaman için garip adamlardı. Raflardan birinde bir müşteriye yardım ediyordum aniden üçü beşi birden girdiler dükkâna. Aynı rafın önünde şekere gelen karıncalar gibi toplanmışlardı. Tam kapının önünü de kapatmışlar, gireni çıkanı göremiyordum. Sinema çıkışıydı yine ki iyi filmler geldiğinde sinema çıkışında müşteri bol olurdu. Tek gözüm kapıda, tek gözüm bu siyahlarda. bi yandan müşteriyle ilgileniyorum. Kız, bu adamlardan çekindi bir an:
_saldırgan gibi duruyorlar. Korkuyorum bunlardan ben.
_yook, dedim. Zararsız tipler. ööyle.
_gördüğüm zaman saklanma ihtiyacı hissediyorum nedense
_ben se onları bi hamama sokup keseleme ihtiyacı hissediyorum nedense..:)))
_ilahiii. Hiç aklıma gelmemişti. ayy çok hoşsun ahahahaa.
_valla. Hatta hamamdan sonra dooooğru berbere. Şu gözlerinin önündekileri kesecen. Gerekirse 3 numaraya vurucan saçları. Hava alacak saç derisi.
_olsun ben gene de korkuyorum.
_yok be. Silik tipler bunlar. Yolda yürüseler kimse fark etmez. Kimse yaşadıklarını bilmez. Varlar mı, yoklar mı? Kimsenin dönüp bakası tutmaz. Bunlar da “heeey biz varız, buradayıız “ demek için bunu bulmuşlar.
Daha cümlem bitmemişti ki, hemen arkamdan seslendi:
_öyle mi düşünüyorsun. Yani her şey bu kadar basit… Sen olayı çözdün ve bitti. Teşhisi koydun tedaviyi de yap.
_aa aa. Neden rahatsız etti ki seni. Sen onlardan değilsin.
_nerden anlıyorsun “onlardan değil” olduğumu.
_tipin..
_tipim?
_tipin sıradan.normal ..
_bundan ne çıkıyor peki. Hemen her şeyimi bakarak anlıyorsun. Normal bi kazak ve normal bi pantolon giymişim. Saçım kulaklarıma kadar geliyor aaa işte bu az da olsa normalin dışına çıktı. Ama ayakkabılarım parlak, temiz. burdan yırttık. Ben normalim. Bu da demek oluyor ki kendine güvenen, silik olmayan, yolda yürüdüğünde fark edilen biriyim. Öyle mi?
_dosttuuum..derdin ne senin?neden doldun bu kadar? Nedir..bu gün bi yerde konuşman mı vardı,kaçırdın mı..telafisi mi lazım..
Dükkânın ortasına kadar yürüdüm. Ellerimi çırptım:
_evveet .arkadaşlar.burada aramızda engin bilgileriyle bize dünya barışı,özgürlük ,eşitlik ve bilumum entel konularda sohbet edecek ,ateşli fikirlerin deli savunucusu bay bay bay günün adamı var.gel dostum çekinme konuş ,al sana meclis..
_hem ukala ,hem de saygısızsın sen.şovenizminle sana iyi şanslar diliyorum ..dedi ve çıktı gitti.
Peşinden de siyahlı kankanları. Sadece arkasından baktım. İçimde Aerosmıth çalıyordu “Angel” diyordu beynimde tepiniyordu.neden bilmem ..ne alaka, bilmem .o zaman bilmiyordum yaptığım şeylerin bir mantığa bağlı olması gerekmediğini,şimdi biliyorum .
Çok sinirlendim de. Ama daha önemlisi kendimi salak hissetim belki ilk kez. bi kaç kez dışında da hiç hissetmedim bu duyguyu. Akıllı sanarım ya kendimi. Kendimi salak hissettim evet.
Ve sanırım oğlum ,bazen tıpkı babası gibi salak hissettiriyor beni bir tek.sadece o.genetik demek ki..
Şerefine gölge….
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
BU BLOG ASLINDA;
biraz günlük ..çokça dün'lük ..ama hepten deli saçması..
sahibinin histerik çıkarımlarından oluşmuş bilog.
sahibinin histerik çıkarımlarından oluşmuş bilog.
penelope saklı sandık
herbişey
bi sonraki bölümde..
.
10 yorum:
vay be...
:)))
tüm hayatımı özetledin özgün kendine özgün halinle..
öyle iştee: vaay bee..
Daldan dala o kadar çok zıplamışsınki yazında; hangi birine yorum yazacağımı şaşırdım..
Ama özgün'e katılıyorum.. hakikaten "vay be" lik olmuş bu yazın....
sanırım ben de o siyah giyen uzun saçlılardandım vakti zamanında.. satanistlerden değil ama; bilezikler/kolyeler/deri ceketler.... uysal metalcilerdik biz..
adamım..:))uysal metalciler ha..bilirim uysalsınızdır:))
punk rock biraz da daha softu veyahut her ikisinin kırmasıydı bu ablan da:))duruma göre albüme göre değişirdi.punk la soft arasında ..bilezik ,bi de deri vardı böyle meeeetrelerce dolardık bileğimize ..benim takım yüzüktür o da ayrı.gümüşler...ve uzun saç..mmmm..
daldan dala ...öyle olmuş evet..beni de böyle kabul edelim naapalım..
ve teşekkürler yorumun için:)
"heavy metal" diyelim ;)
hatta başına "yaşasın" , "oleyyy " ya da daha enternasyonel olsun diye "viva" o da olmadı "ı love " ekleyebiliriz.yani en azından ben eklerim:)))
anaammmm o arkasından baktığın oğlunun babası mıydı? ben orda bir şaşırdım sanırım kimdi o çocuk?
:))
bilmem ..belki tanıdım sanmışımdır ben de ..tanıdığım kadarını sevmişimdir..güzel soru tabi: kimdi o...
:))))
ayy lost gibi gizemli bir hikaye oldu kimmiş o gerçekten :))
:))
Yorum Gönder